"Ensifer" diye bir kasaba geçiyor hikayede. Bu tamamen hayal ürünü ve bana ait. Bu arada, Ensifer "Avcı" demek Latincede.
18. Bölüm
Antalya'ya indiğimiz andan itibaren içim o uçağa geri dönmek istiyordu. Kalkarken üzerimizde olan hava basıncı ve boşluktaki ilerleyişimizi düşündükçe bundan zevk alıyordum. Zeminden onlarca kat yüksekteydik, aşağıdaki hiçbir sorunu yukarı almamıştık. Fakat yere indiğimizde tüm o sorunlar yeniden yanımıza gelmişti. Ellerimizi tutmuş ve istediğini almak için çabalayan küçük çocuklar gibi ağlamaya başlamışlardı.
Sorun dediğin böyle olurdu, yapışkan ve zorlu. Sırf onlardan yeniden kurtulmak için kalkacak ilk uçağa binebilirdim.
Eren hava alanının kapısında duraksadığımı görünce konuşmaya başladı. "Şimdi..." Yanıma gelip kolumu tuttuğu gibi beni kapının önünden çekti. "Yolumuz Finike'ye uzanıyor," deyip başladığı cümleyi tamamladı.
Hızla birkaç adım ilerleyip Eren'in tam yanında durdum. Onun bu ani hareketi üzerimdeki sersemliği neredeyse tamamen dağıtmıştı. Az önce onun parmaklarının dolandığı kolumu boşta kalan sağ elimle yavaşça ovaladım. "Çok uzak mı?"
Eren gözleriyle önümüzdeki yolu süzdü. "Uzak kelimesini tanımla," dedi gözleri benimkilere gelince. Duraksayıp anlamsız bulduğum bu soruya bir cevap aradım.
"Katlanılamaz." Benim için uzaklığın tanımı o andan itibaren "Katlanılamaz" olmuştu. Sevdiğin bir şeye giden yol, sevdiğin bir şey uzak sayılmazdı.
Gözlerini benimkilerden ayırıp yeniden yolu süzdükten sonra "O zaman uzak değil," dedi. Suratına çarpık bir gülümseme yerleştirip elindeki bereyi başına taktı. Şehir her ne kadar Antalya da olsa Şubat ayı, her yerde Şubat ayıydı.
Eren'in başka bir açıklama yapmasına gerek kalmamıştı. Bana gideceğimiz yerin uzak olmayacağını söylemişti ve bende ona inanmıştım. Ona inanmak için başka bir şeye ihtiyaç duymuyordum. Her hücremin ona bu kadar çabuk inanması bana doğru gelmiyordu fakat Eren, Eren idi işte. Nefret ve sevginin harmonisi...
"Harika," diye mırıldandım. Söyleyecek daha başka bir şey bulamamıştım. Bulmama gerek kalmadan Eren konuştu. "Arabamız gelmiş."
Gözlerinin odaklandığı noktayı bulmak için aradaki görünmez çizgiyi izleyip park yerindeki siyah Jeep'e ulaştım. Aracın önünde duran takım elbiseli adam, sağ elini kaldırınca elindeki anahtar parladı. Eren elini belime koyup "Sadece birkaç dakikalığına kardeşim olacaksın," dedi.
Adama doğru ilerlerken "Sen çok alıştın oyunculuğa," diye şaka yaptım ama anlaşılan Eren'in zihni benim söylediklerimi umursamayacak kadar doluydu.
"Bu Mira," diye tanıttı beni adama. Adımın yanına hiçbir sıfat koymamıştı, anlaşılan bahsettiği role ihtiyacımız yoktu.
Adam başını sallarken "Bir hafta içinde teslim edeceksiniz, unutmayın," diyerek Eren'e teslim tarihini hatırlattı. "Geciken her saat için iki yüz lira alırım," derken anahtarı Eren'e doğrulttu. "Ayrıca tek bir çizik bile olursa depozitoyu geri vermem."
Eren "Anlaştık," deyip anahtarı aldığında adam bir şey söylemeden kalakalmıştı. Adam "Peki," diye kısa bir cevap verdikten sonra arabanın önünden çekildi ve biz Ozan'a giden Finike yoluna çıktık.
![](https://img.wattpad.com/cover/9309156-288-k96393.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
"Bırak Ruhun Aşka Düşsün"
FantasyKalbimiz tüm gücüyle kan pompalarken aslında yapmak istediği tek şey içinde barınan ve korumak istediği ruhu yaşatmaktı. Ruh korkardı, korkutmayı biliyorsan; ruh çalınabilirdi, çalmayı biliyorsan ve ruh avdı, çevresinde avcılar olan. © Telif hakları...