((Hatırlatma : Önceki bölümün son cümleleri
Sakin bir kafayla düşünüp en doğru yolun başka bir doktora gidip tekrar test yapmasını istemem olduğuna karar verdim. Emin olana kadar kimseye söylemeyecektim.))
...
Vakit gelmişti artık. Adet olsun diye değil sadece şu anki ruh halim bunu götürdüğü için baştan aşağıya siyah giyindim. Evden çıkmadan önce, Aras gitme konusunda emin olup olmadığımı sordu. Kararım değişmemişti. Mecburen kabul etti ve yola çıktık.
Hava da düşüncelerim gibi parçalı bulutluydu. Çok geçmeden yağmur yağmaya, gök delinircesine şimşek çakmaya başlamıştı. Mezarlığa geldiğimizde arabadan çıkmadan önce Aras elimi tutup yanımda olduğunu hissettirdi. O olmasa tüm olanlarla nasıl baş edebilirdim bilemiyorum.
Şemsiyeyi açarak benim koluma girdi. Ağır adımlarla yürüyorduk. Bazen yaşadığınız anın aslında size ait olmadığını hissettiğiniz oldu mu? İşte tam da öyle bir an yaşıyordum. Gözlerimi kapatıp kendimi Aras'ın rehberliğine bıraktım.
Biraz ileride sislerin içerisinde, yoğun bir insan kalabalığının olduğu yerde, ağıt sesleri yükseliyordu. Bu sesi ne zaman duysam tanıyayım ya da tanımayayım çok üzülür, hep dua eder hatta bazı zamanlar ağlardım. Kalabalığın çoğunu tanımıyordum. Üniversiteden arkadaşlar gözüme çarpmıştı, sayıca fazlalardı.
Elinde kürekle toprağı kazanlardan biri de Ertan'dı. Gözlerinin altı şişmiş, mosmor olmuş, çok ağlamıştı belli ki. Melis ile neredeyse doğduğu günden beri birliktelerdi. Ertan hep ona kardeşiymiş gibi yaklaşır, sever ve koruyup kollardı.
Pek anlaşamazsak da yine de seviyordum Melis'i. Günlüğünde yazanları okuduktan sonra yaşadıklarından dolayı çektiği üzüntüler, beni ona daha da yakınlaştırmıştı ama ne yazık ki ona bunu göstermek için çok geç kalmıştım. Kendimi kasmayı bırakıp hıçkıra hıçkıra ağladım.
Defin işlemleri tamamlandıktan sonra herkes yavaş yavaş gitmeye başlamıştı. Ertan'ın babası, oğlunun sırtına dokunarak ona destek olmak isterken sırtındaki elin kim olduğuna bakmak için kafasını kaldırdığı sırada Ertan ile göz göze geldik. Gözlerini kısarak bana düşmanımıymışım gibi sinirli ve nefret dolu bakıyordu. Eliyle beni işaret ederek babasına dönüp,
"O nasıl gelebiliyor buraya? Gitsin buradan baba!" Diye bağırmaya başladı. Bu çıkışının nedenini anlamamıştım. Neden böyle nefret dolu konuşuyordu, ne olmuştu?
"Her şeyin sebebi sensin! Melis senin yüzünden öldü! Hangi yüzle geldin buraya! Defol git! " Babası oğluna sarılarak sakinleştirmeye çalışıp Melis'in kaza yaptığını ve bu yüzden öldüğünü anlatmaya çabalıyordu. Ertan ise sürekli onun yüzünden diyerek, adeta kükrüyordu.
Bırak beni, diye naralar atıyor, elinden kurtulmak için kendini sağa sola savuruyordu. Saniyeler içinde babasından kurtularak benim üzerime doğru koşmaya başladı. Aras böyle bir şeyin olacağını sezmiş olmalı ki daha Ertan bana varamadan önüme geçip güçlü bir darbe ile Ertan'ı geri itekledi. Bu kuvvetli tepkiyi beklemeyen Ertan yere kapaklanarak çamurda debelenip durdu da bir türlü kalkamadı düştüğü yerden. Herkesin içinde bu duruma düştüğü için kendisine yediremediğinden bu sefer deliler gibi Aras'ın üzerine doğru yürümeye çalışıyordu. Üniversiteden dört arkadaşı yetişerek Ertan'ın uçuşan ellerini havada yakaladılar. Dört kişi ancak zapt edebiliyordu. Delirmiş gibiydi. Aras beni arkasına almış gelebilecek olası bir tehdite karşı koruyordu.
Henüz gitmemiş olan yaşça büyük kişiler, Ertan'ın bu davranışını ayıplıyor, olmaz böyle şeyler cenazede insanların acısı var sizinle mi uğraşacaklar, sesleri yükseliyordu. Bu konuşmalar üzerine, Ertan'ın babası oğluna, kendine gel! Diye bağırarak sıkı bir tokat attı. O tokattan sonra Ertan kuzu gibi olmuş, babası ne diyorsa onu yapıyor, babasının peşi sıra arabaya doğru yürüyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MARİNA
Mystery / ThrillerAmansız bir hastalığa yakalandığınızda size uzanan her eli çaresizce tutar mısınız? Peki, bu hastalığın tek bir çaresi varsa onun ne olduğunun önemi var mıdır? Marina, çok küçük yaşta annesini kanserden kaybetmiş ve babası ile iletişimi zayıf olan...