[ 21: yalanlar ]Varoluşun başından beri, her kesimden insanın yazıp çizdiği, üzerine konuş konuş bitiremediği ancak bir türlü de tam olarak emin olamadığı bir konu vardı ki tam şu anda benim de karman çorman aklıma sızmayı başarmıştı; insanın, yalnızca belirli kabiliyetlere ve sınırlara sahip insanın, saf iyi veya saf kötü olması mümkün müydü?
Asırlardır, Adem ile Havva'nın kol kola girip yeryüzünde baş başa dans ettikleri günlerden beri her türlü yanıtlanmış bu soruya onca düşünür ve pek tabii önemli kimselerin arasından benim önemsiz şahsıma cevabım sorulsaydı, bunun elbette mümkün olmadığını bahsi geçen kimselerden özür dileyerek söylerdim. Benim fikrimin bu düşünce sahalarında kayda değer olmadığı mutlaka aşikardır ancak bana da kaygılarımdan sıyrılabilmek için sığınabilecek bir meşgale lazım olduğundan bu meşgaleyi de görüldüğü üzere önemsiz fikirlerimi belirtmekle sağlamaya çalışmaktayım.
Şu an içerisinde bulunduğum durumun kaygı seviyemi ne denli taşırdığına dönmeden önce, bir insanın nasıl saf iyi veya saf kötü olarak ana rahminden çıkmayacağını anlatmayı dilerim. Nasıl bir katilin yazgısına doğduğu günü insan öldürmek yazılmıyorsa, son derece iyi, çevresi için faydalı bir insanın alnına da bu yazılmaz. Her şeyin öncesinde kabul etmek gerekir ki, kader kavramına sığınmadan önce, insanları tanımlayan şey kendi şahsi eylemleridir. Bu yüzden bir insanı etik açısından kötü diye yaftalamak için bu kişinin kötü olarak doğması gerekmez çünkü pekala insan denilen varlık, bu iki zıt kutbu da bünyesinde taşıyarak dünyaya düşer. Hayatı boyunca yaptığı eylemler ise, bu iki sıfattan birisine yapışıp kalmasını sağlar. Çoğu zaman, seçim sizindir. Ve çoğu zaman da, onlarca etken sizi bunu seçmeye zorlar.
Bu yüzdendi ki ne zaman babam ve acı çektirdiği sayılamayacak kadar çok insanı, kendi halkını düşünsem müthiş bir duygu karmaşasının içerisine sürükleniyordum. İkimiz de birbirimizin ailesinden kalan son kişiler olduğumuzdan onu iyi tanıyordum, kendisinin zannettiğinden çok daha iyi tanıyordum. Benim gibi sevgisiz büyüdüğünü ve ona sahip olması gereken tek şeyin güç olduğunu, yalnızca güçlü olmakla kayda değer bir insan olunabileceğinin öğretildiğini biliyordum. Tahta geçmeden önce de sonra da bu söylenmişti ona, denileni yapmıştı, sonuçları ne olursa olsun, nasıl bedeller ödemek zorunda olursa olsun gücü elinden kaçırmamak için her şeyi yapmıştı.
Krallığımız Asya'ya yayılan büyük topraklara sahipti. Savaşla beraber her açıdan büyük zararlara uğramadan önce, dış dünyada ordumuzun güçlülüğü ve halkımızın her şeye karşın ayakta durabilmesiyle bilinirdik. Savaş sonrasında pek çok şey gibi bu da değişmişti, topraklarımızı korusak dahi eski biz değildik, kimse değildi, eskiye dönebilmek için fazla yaralanmıştık.
Tüm bunlar dahi babamı durdurmamıştı, üyelerini çoktan kaybetmiş aileleri parçalamaya, halkı gitgide daha da mağdur konumuna düşürmeye devam etmişti. Fakat kimse buna karşın sessiz kalmayacaktı, bunu unutmakla büyük hataya düşmüştü. Bir yerde acı çeken birileri varsa oradan bağırış sesleri yükselirdi. Bağırış, sızlanış, isyan ve kargaşa sesleri.
Yeterince acı çekmiş bir milleti susturamazdınız, gözyaşlarını bastıramazdınız, hiçbir şekilde engel olamazdınız.
Babama saf kötü bir insan diyemiyordum lakin yaptıkları, gördükleri, öğrendikleri onu katılaştırmıştı. Kalbini canlı, ihtirasla atan bir organdansa sarsılmaya dahi yanaşmayan bir kaya parçasına çevirmişti. Bunu ona ailesi ve kendisi yapmıştı fakat bu bir mazeret değildi, yine bir yerde haksızlık oluyorsa adalet yerini bulmalıydı ve asırlardır da herkesin acı bir şekilde tattığı üzere, adaletin kendisi ayaklanıp size gelmiyorsa gidip onu almak zorundaydınız.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
viva la vida
Fanfictionülkelere önünde diz çöktürten, bir dünya yöneten ulusun varisi jeon jeongguk gitmiş de kim taehyung'un bir bakışına esir düşmüş. biriciğime @lyvnte