dennis brown - things in life[ 25: dönüş ]
Uyandığımızda tan ağarıyordu.
İnce perdenin ardından sızan turuncu ışıklarla fark ettim bunu, saatler geçmişti ve deliksiz bir uyku çekmiştim, son zamanlardakilerin aksine rüyasız, en ufak bir gözyaşı dökmeden, sahiden deliksiz bir uyku.
Benim aksime Hoseok gece yarısında uyanmıştı, bunu uyandığımda kendisinden öğrenmiştim. Onu bulduğumda odamızın köşesindeki tahta masanın önündeydi, gözleri dalgınca önündeki kalem ve kağıt parçalarında geziniyordu. Ona seslenmeden öylece yüzüne düşen gölgeleri izlemiştim bir süre, dünkü hâline göre çok daha iyi görünüyordu.
Sonra ayağa kalktım, çıplak ayaklarımı ahşap zeminde sürüyerek yanına varıp sandalyesinin arkasından destek alarak önündeki kağıtlara baktım. Birkaçı buruşturulmuş ve kenara bırakılmıştı, mürekkep izinin Hoseok'un tüm parmaklarını kapladığını görünce burnumdan gülmeden edemedim. "Koskoca adam oldun ve hâlâ kalem kullanmayı bilmiyorsun," dediğimde homurdanarak gözlerini devirdi. "Sana da günaydın Jeongguk, başımın belası."
Gülerken hafifçe omzunu sıkıp odanın diğer köşesine gittim, perdeyi araladığımda yavaşça maviye boyanan gökyüzü karşıladı beni. Yukarıda bir yerlerdeki bir ressamın paletinin altında gibiydik, her sabah yatağından kalkıyor, gündelik işlerini tamamlıyor ve tuvalinin başına geçiyordu. Paletini sıkıca kavrıyor, her gün farklı bir şemale bürünen gökyüzünden başlıyordu boyamaya, önce laciverte biraz beyaz karıştırıyordu ve gitgide, her seferinden öncekinden biraz daha mavileşiyordu tablo. Ama hep maviydi, bir kez olsun hüzünün renginden şaşmıyordu.
Taehyung, diye düşündüm kaçınılmaz bir şekilde. Bu düşünceye bayılırdı.
"Jooheon'a mektup göndermiştim," dedi Hoseok ben daha sormaya yeltelenmeden. "Sen uyurken, epeyi önce. Bize bir araba bulacak, o geldiğinde buradan ayrılacağız. Şimdiden diken üstünde hissediyorum, Jeongguk, burada daha fazla kalmak bizim olduğu kadar Yoohyeon ve Chaerim'in de başını yakacak. Yeni bir güvenli bir ev bulmalıyız."
Gözlerim yere inerken bir cevap vermedim ona, dediklerinin doğru olduğunu elbet biliyordum, babam şehrin yakınlarını aramaya çoktan başladığına göre askerlerinin buraya varması da uzun sürmeyecekti. Yine de, beni müthiş rahatsız eden bir kısım vardı ki, bir önceki gün gözüme uzunca bir süre uyku sokmamaya yemin etmiş gibi saatlerce bir düşünceden başka bir düşünceye atlamama sebep olmuştu.
"Hayır," dedim, aynı bahsi geçen düşüncenin de etkisiyle. Hoseok kaşlarını kaldırdığında başımı iki yana sallayarak devam ettim. "Yeni bir güvenli ev bulmayacağız, Hoseok. Seoul'e dönüyoruz."
Adım adım yüzüne bir dehşet ibaresinin yerleşmesini izledim, itiraz etmek üzere olduğu açıktı. Derin bir nefes alarak yüzüne baktım, sıkıntıyla yerinde kıvrandı, "Jeongguk," dedi ağlayacakmış gibi bir sesle. "Kendi ölüm ilanını veriyorsun."
"Abartmayalım canım," diyerek güldüğümde yüzündeki dehşet daha da arttı. Ona doğru yürüyüp yanında durdum, güven verircesine sırtını sıvazladıktan sonra büyükçe gülümsedim. "Bir planın mı var?" diye sordu en sonunda. Omuz silktim, takındığı ifadeden beni şuracıkta boğmayı ne kadar istediği belliydi.
"Plan denemez," diye geveledim ağzımın içinde. "Ama birkaç gündür aklımı meşgul eden bir şey var. Her şeyi sonlandırmamız lazım artık Hoseok ve bir yerden başlamamız gerekiyor, önce Taehyung ve diğerlerini kurtaracağız."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
viva la vida
Fanfictionülkelere önünde diz çöktürten, bir dünya yöneten ulusun varisi jeon jeongguk gitmiş de kim taehyung'un bir bakışına esir düşmüş. biriciğime @lyvnte