15

5.1K 718 303
                                    


[ 15: dudaklar ]

Her daim sanatın karşı konulamaz bir yapısı olduğu düşüncesine sahip olmuştum. Elbet buna "her daim" gibi ucu açık bir zaman biçmek hatalı olur, bu yüzden saraydaki hayatımın bana en büyük yan etkilerinden birisi olan umarsızlığımdan ve tepkisizliğimden sıyrıldığımda, kısacası aklımı başıma topladığımda böyle bir düşünceye kavuştum denilebilir.

Fakat hayır, bundan daha önceydi. Saraya gelen müzisyenlerin pratik yaptığı odadan gelen sesleri duyduğumu hatırlıyorum, saraydaki misafirleri eğlendirmek için gelen her zamanki müzisyenlerden birisiydi. Ancak dilimi sarındığı yalanlardan arındırmam gerekirse eğer, çocukluğumdan beri sarayda eğlence amaçlı yapılan bu tür etkinliklerin dikkatimi pek çekmediğini de söylemem gerekir. Hoseok'la beraber saraydan kaçıp çayırda at sürmek, kayalıkların ucuna oturup piknik yapmak daha fazla ilgimi çekerdi o zamanlarda.

Yine de bir şeylerin, belki de sanatın o anlaşılmaz, tanımlanmaz çekiciliğinin beni o gün o kapının ardına oturttuğunu ve şimdi ismi kayıplara karışmış o müzisyenin çaldığı parçayı sonuna kadar dinlememi sağladığını biliyorum. Parça bittiğinde ve müzisyen parmaklarını keman yayından çektiğinde gözlerime yaşlar doluşmuştu, saniyeler sonra ise hıçkırarak ağlıyordum.

Sanatla tanışma hikayemin bu olduğunu sanırdım ancak gerçek hikaye, her daim biz insanların aklının alamayacağı, gözlerinin göremeyeceği kadar uzaklarda saklanır. Ben asıl hikayeyi ancak Kim Taehyung'u tanıdığımda görebildim.

Asıl hikaye. Her insanın asıl hikayesi vardır; hayatında bir nokta, bir şeylerin, aslında çok basit olan bir şeylerin değiştiği bir nokta. Benim noktam Kim Taehyung'du, beni sanatla tanıştıran oydu, ancak ve ancak o olabilirdi.

Çünkü ne zaman onun elinden çıkmış tablolara, parmakları arasından süzülen ezgilere ve yüzüne baksam, aynı o küçük odanın kapısının önüne çöktüğüm gündeki gibi bir his sarıyordu içimi. Hayır, çok daha kuvvetliydi bu. Damarlarımdan akıyor, boğazıma sarılıyor, öyle bir tutkuyla sarıyordu ki vücudumu, nefes alamayacak hâle geliyordum. Bunu sanat yapıyordu, sanatın dokunuşlarının değdiği en ufak bir şey, bunu Kim Taehyung yapıyordu.

Asıl hikayemi onunla buluyordum, gözlerden ırak, benim tatlı asıl hikayem. Gerçek savaşım diyebilirdim ona, kendi öz babama karşı, gözü para ve hırs bürümüş bir adama karşıydı. Adaletsizliğe, hak yiyenlere, çocukları ağlatanlara karşıydı da çünkü en çok bunlar yakıyordu canımı.

Aslında her insanın asıl hikayesi bu olmalıydı fakat uzaktı, bizim uğruna savaşmamız gereken şeyler bizde çok uzaktı ve bizim gözlerimiz haddinden fazla kapalıydı.

Bu yüzden henüz yeni yeni alıştığım odada, duvarlardaki beyazın en saf hâlinde bir kusurmuş gibi duran siyah koltuklardan birine, hemen Taehyung'un yanına çöktüğümde ortamdaki sessizlik beni rahatsız etmiyordu. Zihnimi arşın arşın sorular kaplıyordu velakin yine de, sonunda günlerdir üzerine düşündüğüm konu hakkında bir şeyler yapabilmenin sevincini taşıyordum.

Odaya ulaşırken geçtiğimiz zifiri karanlık merdivenlerin ardından gözlerimi yoracak kadar beyaz bir odaydı bu. Duvara asılı tek şey, sanki başından beri oraya aitmiş gibi hissettiren portreydi. Odaya girdiğim gibi gözlerimin bulduğu ilk şey bu portreydi, biraz inceledikten sonra portrenin kimlere ait olduğunu çözmek içime bir sıkıntı düşürmüştü. Yine de dayandım, gözlerim Taehyung'un annesi ve babasının gülümseyen yüzlerindeyken bunun ağırlığına bir şekilde dayandım.

Odada pek bir şey yoktu. Ortadaki siyah koltuklar ve biraz arkasındaki uzun, sarayda babamın soylularla olan toplantılarında kullandığı toplantı masalarını andıran masa dışında pek bir eşya yoktu. Yalnızca, masanın hemen yanında, içindeki onlarca dosyayla beraber bir ahşap dolap duruyordu.

viva la vidaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin