9

5K 796 265
                                    


[ 9: yirmi yılın hediyesi]

Hoseok ile beraber devirdiğimiz yirmi yılın ardından, her ne kadar içimi sımsıcak yapan yüzlerce anıya sahip olmuş olsak dahi bir tanesi vardı ki, hatırıma her o gün düştüğünde, yüzümde istemsiz bir gülümseme eşlik ederdi bana.

On beş yaşlarımdaydım. Hoseok benden iki yaş büyüktü fakat arada bana sinirlenip ona hyung dememi söylediği zamanlar haricinde bu yaş farkını hiçbir zaman hissettirmemişti. Vezirin yeğeniydi ve o henüz üç yaşındayken, ailesinin tüm üyelerini bir kazayla kaybetmişti. Bunun ardından sağ kalan tek akrabası olan vezirimize verilmiş, annemin her zaman en derinlerine kadar hissettiği şefkat duygusunun da sayesinde saraya yerleşmişti. Ben o zamanlar bir yaşımdaydım, hiçbir şeyden haberim yoktu. Fakat beraber geçirdiğimiz yirmi yılın ardından, Hoseok benim için bir abiden farksız oluvermişti.

On beş yaşındaki herhangi bir çocuk gibiydim o zamanlar. Derslerimi asardım, yüzümdeki beliren sivilcelerden nefret eder ve günümü hobilerimle geçirmekten muazzam bir keyif alırdım. Babama isyanım ise o yılda, hatta o belirli günde başlamıştı.

Benim fikrimdi aslında. Zaten sessiz ve ketum bir adam olan babamın, annemin ölümü ardından bana tamamen sırt çevirip iyice sessizleşmesi ağırıma gidiyordu. Bu başta sadece üzüntüye sebep olsa da, zaman geçtikçe, ben büyüdükçe saf bir öfkeye evrildi. Eşini kaybetmişti, doğruydu ancak hâlâ bir oğlu vardı.

Eşinden bir parçaydım lakin o bunu göz ardı etmeye bayılıyor gibiydi.

Bu öfkemin iyice kızıştığı bir gün, babamın soylularla yapacağı şu yemekli toplantılardan birisine denk gelmişti. Babam tüm ihtişamıyla bir sofra hazırlatmış, canından çok değer verdiği itibarı düşmesin diye masadan kuş sütü eksik etmemişti

Hoseok'u ikna etmem zor olmuştu. "Sen prenssin," demişti kızgın bir tonda fikrimi ona ilk açtığımda. "Sana en fazla birkaç günlük ceza verirler. Peki ya amcam? Süründürür beni!"

Fakat yine de, beni yalnız bırakmayacağını biliyordum. Ona yalvar yakar geçen dakikaların ardından, alabileceğimiz tüm ceza ihtimallerini de yanımıza katmış bir şekilde mutfağa girmiştik. Tahmin ettiğim gibi hazırlanmış masalar, her an servise hazır bir şekilde kapının ardında duruyordu. Baş aşçı ortalıkta görünmüyordu, masaların başında bekleyen genç bir aşçı hariç kimsecikler yoktu.

Bunu fırsat bilip arkamda gergince duran Hoseok ile genç aşçının yanına gitmiştim. "Ah!" diye en masum yüzümle dikkatini çekip, "Pardon, babam sizi çağırıyor," diyerek gülümsemiştim. Aşçının yüzü anında sapsarı olurken telaşlı hareketlerle eğilip bir şeyler geveleyerek babamın yanına gitmek üzere mutfaktan çıktığında gülmemek için dişlerimizi sıkıyorduk.

Fazla zamanınız yoktu ancak yine de yaratıcılığımızı kullanabilmiştik. Ben her çeşitten sıra sıra dizilmiş turtalara tuz bocalarken, Hoseok yemeklere çeşitli otları ve baharatları katıp en yenilemez hâle getirmeye çalışıyordu. Sonunda gülüşerek mutfaktan ayrılıp bir kapı ardından yemeklerin davetlilere servis edilmesini ve babamın çok değerli misafirlerinin yüzlerini buruşturup nazik bir şekilde yapmaya çalışsalar da hızlıca kalkıp kusmaya gitmelerini izledik.

Bizim yaptığımızın ortaya çıkması uzun sürmemişti ve aynen Hoseok'un dediği gibi, günlerce süren oda cezası almıştık fakat o zamanlar, on beş yaşında babasına kırgın bir çocuk için yapılabilecek en doğru şeydi bu. Yanımda Hoseok'un olması bunu daha da doğru yapıyordu.

Hoseok'un sırıtan yüzüne bakıp anılarımda bir bir dolaşırken duygulanıyordum. Bu aptaldan ilk defa bu kadar uzak kalmış, sandığımdan da çok özlemiştim onu. Yolu uzatarak da olsa Seokjin'in lokantasına giderken, heyecanla saraydaki dedikoduları bana aktarmasını dinlerken yüzümdeki durgun ifadeyi fark etmemişti. Ben de silkinip üzerimden bu hissi çabucak attım, birkaç saniye sonra kendimi aşçı ve hizmetlilerden birinin bir kenarda yakalandığı haberini dinlerken buldum.

viva la vidaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin