23

3.5K 548 354
                                    


[ 23: zindan ]

Rüyalarımda Kim Taehyung'u gördüm.

Onun gözlerini ve ellerini. Sesini duydum sonra, kulağıma fısıldar gibiydi, sözlerden çok melodiler vardı, kısık, tatlı melodiler, herhangi bir sabah güneş doğarken kendi salonumuzda çaldığımız plaklardaki gibi. Dokunuşunu hisseder oldum, belimi kavradı önce, sonra parmaklarımı, çok geçmeden yanaklarımı aldı avuçları arasına. Okşadı, hafifti, kırmaktan korkacasına tenimi seviyordu, şarkılar söylüyordu, yüzü görünürde yoktu fakat gülümsüyordu, biliyordum.

Sonra karanlığa uyandım.

Soğuk bir zemin üzerinde, en son giydiğimi hatırladığım kıyafetlerle, tek başımaydım. Öylesine soğuk ve tedirgin ediciydi ki uyanmak, çareyi kendime sıkı sıkı sarılmakta buldum. Taehyung'u düşündüm, diğer her türlü düşünceden koşarcasına kaçarak şimdiye kadar tüm yollarımın sonu oluvermiş Taehyung'u düşündüm.

Nerede olduğumu anlamam uzun sürmedi; zindanlardaydım.

Tek bir ışık veya pencere olmasa dahi biraz önümde bir kapı olduğunu biliyordum. Bir kutuya bırakılmış olmak gibiydi, tüm gerçeklik öyle uzak kalmıştı ki size, düşüncelerinizle boğuşmaktan başka çare bulamıyordunuz.

Buraya hayatımda yalnızca bir kere, henüz on yaşlarındayken Hoseok'la girdiğimiz iddia için inmiştim. Sarayın en alt katında, canlı her şeyden uzaktı, adımımı atar atmaz öylesine ürpermiştim ki hayatımın kalanı boyunca buraya inmeyi bir daha bir kereliğine olsun düşünmedim.

Babama sorduğumda, "Orası senin yerin değil," demişti. "Yalnızca idam kararı verilmiş mahkumlar için. Birkaç günden fazla kalmazlar."

Orası senin yerin değil.

İnsan, derdi annem, çocukluğunda öyle çok, öyle güzel hayaller kurar ki, bir gün yanlışlıkla büyüdüğünde tüm o hayallerinin aksi yolunda bir yolda yürüdüğünü anlamayacağı aklına biraz bile olsun gelmez.

Ben de inanmıştım, bu zindanların, onlarca insanın son durağı olmuş bu kutudan farksız odaların hiçbir zaman benim yerim olmayacağına, yaşadığım sürece bir kez daha buraya inmeme gerek kalmayacağına ve babamı karşıma almayacağıma inanmıştım.

Dakikalar veya saatler geçti, Taehyung'u, annemi ve babamı çokça düşündüm. Geride bıraktığım Huimang'ı, Julien'ı, Jimin'in öfkeyle dolu sesini ve arkadaşlarımı. Öyle ki ne zaman kapım açıldı ve ben duvar dibinde öylece kendi kendime kıvrılmış sayıklarken bana doğru yürüyen adım seslerini duydum fark etmedim, yalnızca başımı kaldırdım ve kapının ardındaki koridordan gelen zayıf ışıkla babamın yüzüne baktım.

Sıradandı, sanki hâlâ on yaşındaymışım ve onu sinirlendirdiğim için bana ceza vermiş gibiydi, o an, aylardır uğraşıp durduğumuz hiçbir şeyin bir önemi yokmuş gibi hissettim. Babam bir duvar gibi dikildi karşımda, ilk defa ona söylemeyi dilediğim her şeyi unutmuş gibi hissettim, her şeyden kaçıp gitmek, kasabama dönmek istedim.

Bunun yerine babam önüme eğildi, yüzünü şöylece bir incelerken onun nasıl da yaşlandığını fark ettim. Alnında çizgiler ve saçlarında beyazlar vardı. Yüzünde hiçbir duyguya dair bir işaret yokken koskoca bir ülkenin canını yakmış bir kral gibi durmuyordu, yalnızca bir adamdı, yaşlı ve oğlunu izleyen bir adam.

"Otur," dedi tok bir sesle. Bir mırıltı döküldü dudaklarımın arasından, doğrulup sırtımı duvara verirken yüzüne bakmadım. Ben kirli zemini izlerken kutudan farksız odanın içerisinde turladı, "Jeongguk, oğlum," dedi saniyeler sonra. "Doğrusunu söylemeliyim ki beni hayal kırıklığına uğrattın."

viva la vidaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin