ufacık bir not: sekizinci bölümde bay jung yerine bay jeon yazmışım, taehyung'un jeongguk'u öğrendiğini düşünenler olmuş ama tamamen benim yanlış yazmam sonucu😔✌🏻düzelttim ama kafanız karıştıysa diye yine de söyleyeyim dedim[ 11: ev ]
Tekdüzelikten hoşlanmazdım.
Çocukluğuma kadar uzanan bir özelliğimdi bu, hayatımda herhangi bir şey tekdüzeliğe bindiği anda bundan kaçma hissiyatı içime doğar ve hemen bu monotonluktan çıkmak adına bir şeyler yapmaya çalışırdım. Elbet istisna geçtiğim birkaç durum oluyordu çünkü bilirsiniz, insan çok az dahi olsa alışılmışın dışına çıktığında güvensiz hisseder.
Bu yüzden tüm hayatım boyunca her ne kadar tekdüze olan şeylere karşı çıksam da bazı şeylerin değişmemesini de istemiştim. Hoseok'la gece yarılarına kadar yaptığımız saçma sapan sohbetler mesela, doğum günümde babamın bana gülümsemesi veya pazar günlerini sarayın dışında piknik yaparak geçirmek. Bunları seviyordum, öyle ki artık günlük hayatın monotonluğu arasına karışmış olmaları beni rahatsız etmiyordu.
Huimang'a gelmeden önce, olur da burada sıradanlaşmış bir yaşama kavuşursam ne olur, diye düşünmeden edemiyordum. Bu düşünceden hoşlanmazdım, hayır; zaten Hoseok'u, alıştığım hayatımı ve pek çok şeyi kaybetmiştim, şimdi başka bir düzene alışmak korkutucu görünüyordu.
Fakat şimdi, her sabah atölyeye gittiğimde ve hafta sonlarını Seokjin ve Jimin ile geçirdiğimde, hissettiğim bu alışılmışlık duygusu kötü hissetmeme sebep olmuyor, ilk başlardaki kaçıp sarayın kapısına dayanmaya dair tüm isteğimi küle çeviriyordu.
Bunu sevmiştim. Seokjin ve Jimin ile yaptığımız aptallıkları, Jimin'den Yoongi'yi dinlemeyi, geceleri lokantada yaptığımız bira gecelerini ve saçma sapan oyunlarımızı, hatta Namjoon'un kahve içmek için Seokjin'den köşe bucak kaçışını izlemeyi bile sevmiştim. Fakat biliyordum ki, buraya dair büyük bir sevgi besliyorsam eğer, tek ve yegâne nedeni her sabah kalktığımda yüzümde bir gülümsemenin oluşmasına sebep veren Kim Taehyung'du.
Taehyung ile geçirdiğim dakikalar benim için yaşadığım diğer hayattan sıyrılıyordu çünkü. Saydığım her bir şeyi unutuyor, zihnimde kaybediyor ve kendimi onun gözlerine bakarken buluyordum.
Taehyung hayatın tekdüzeliğine karışmamıştı, hayır, o hayatın kendisine dönüşüvermişti.
Bu yüzden Taehyung'un burada iki aydır geçirdiğim hayata alışmamın en büyük sebebi olduğunu biliyordum.
Fakat her şeyin bir sonu vardır derler, bilirsiniz, benim alıştığım iki aylık düzenin sonu da çabuk gelmişti.
O sabah, her cumartesi olduğu gibi Julien ile çalışmamız vardı. Bu konuda belli bir düzen geliştirmiştik kendimizce; Julien bir bahane uydurarak annesini atlatıyor ve atölyeye gelip ben ve Taehyung ile çalışıyor veya annesinin olmadığı bir zamandan yararlanıp benim odamda çalışıyordu.
Bu sefer de öyle olmuştu. Julien'ın annesi, bir iş için kasabanın çarşısına gittiğinde Julien soluğu yanımda almıştı. Son zamanlarda gayet iyi gidiyorduk. Taehyung ile ders yaptığımız zamanlarda, Taehyung ona gitar çalmayı öğretiyordu. Sadece ben olduğumda ise, genellikle keman üzerine çalışsak dahi Julien'ın favorisi beraber söylediğimiz şarkılardı. Bu zamanlarda ben de ciddiyetimden sıyrılıyordum ve bir anda kendimizi, yatağın üzerinde zıplarken bağıra çağıra şarkı söylerken buluyorduk.
Böyle bir sabahın sonunda, Julien annesinin yakında geleceğini söyleyerek odadan çıkmıştı. Ben ise yatağıma tekrar kurulduktan sonra biraz kitap okuma, ardından da Jimin'in yanına gitme planı yapmıştım.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
viva la vida
Fanficülkelere önünde diz çöktürten, bir dünya yöneten ulusun varisi jeon jeongguk gitmiş de kim taehyung'un bir bakışına esir düşmüş. biriciğime @lyvnte