14

5.2K 739 336
                                    


[ 14: viva la vida]

İşin aslı, size bazı şeylerden bahsederek başlayabilirim şu pek de manasız, biraz da yalpalayan satırlarıma. Geçmişim olabilir bu, yarım yamalak atlatılmış çocukluğum, neredeyse her kısmından nefret ettiğim saray hayatım da olabilir. Fakat bir konuda hemfikirizdir ki, o da, bu anlattıklarımın hiçbirinin, tek bir kelimesinin dahi bende Taehyung'un yanında bir sabaha başlamak kadar bir yeri olmadığıdır.

Aslında sabahın ilk ışıklarında gözlerimi Taehyung'un yanında açtığımda düşündüğüm şeyler bunlar sayılmazdı. Yan çevirdiğim bedenimle onun biraz uzağımdaki sırt üstü uzanmış bedenini izlerken, saçlarının kapalı göz kapakları üzerinde dinlenişini, hafif aralık dudaklarını ve esmer tenine aralık penceremden değen gün ışıklarının nasıl yansıdığını gördüğümde hiçbir kelime toparlanıp birleşememişti zihnimde. Ancak zar zor tek bir sözcüğü çıkarabilmiştim dudaklarımın arasından; durumu özetleyebilecek, Taehyung'u anlatabilecek tek kelimeydi bu. Tapılası.

Bir süre onu izledim, öylece, bir kez olsun kıpırdamadan. Tenindeki çukurlardan bir bir geçip yeni çıkan sakallarında gezinmişti gözlerim. Uzanıp dokunmak istesem de bir şeyler engel oldu bana, yapamayacağımı bilmem değildi bu şey bu sefer; sadece, böylesine saf bir güzelliğe değecek en ufak bir dokunuş, bu anın tüm parlaklığını yitirmesine sebep olacakmış gibi düşündüm.

Bakışlarım çıplak göğsüne değdiğinde, savaşın onda bıraktığı tatsız hatıralardan oluşan yaraları geçtim. Taehyung'un izlerini ilk gördüğümde, atölyedeyken bana söyledikleri geldi aklıma. "Savaş böyledir," demişti. "Yüzyıllardır her yerde, her andaydı. Geldi ve geçti, tarihte böyle anlatılır. Ama işin aslı, insanlarda bir gelip geçmeden çok daha derin izler bırakıyor. Unutulmayacak izler, beraberinde her yere taşıyacağın izler."

Teninde gözlerimi gezdirmeye devam ederken bir anlığına zihnim bulandı, dün gece nasıl bu hâle geldiğimizi anımsamaya çalıştım. Bulmak çok zor olmadı, zira kendimi hiç olmadığım kadar sarhoş hissetsem dahi hayatımda yaşadığım en ayık geceydi.

Taehyung ile Elvis Presley'nin de katkılarıyla beraber ettiğimiz dansın ve söylenmemiş lakin anlaşılmış bazı sözlerin ardından, gülümseyerek kendimizi koltuğa atmıştık. Taehyung hemen yanımdaydı, her zamanki gibi bir koltuk veya çok daha fazlası yoktu aramızda. Hemen yanımda, eli benimkinin yanında duruyordu ve uzansam tutabileceğimi biliyordum bu sefer. Tuttum da.

Elimi onun elinin avuç içlerine koyup parmaklarımı teker teker onunkilere kenetlediğimde yüzü bana döndü. Tuhaf, huzurlu bir ifade vardı yüzünde. Gülümsedi. O an yaptığım en doğru şeyin bu olduğunu anlamıştım.

Ayağa kalkıp elimi bırakmadan odadan çıktığında sessizce, "Uyuyalım," demişti. Bir şeyleri hep sessiz söylemiştik o gece. Bizden başkası duymasın istiyorduk sanki, ellerimizi tutalım, birbirimize şarkılar söyleyelim, gözlerimize bakalım ancak bir tek biz görelim bunları, bir tek biz duyalım. Çocuksu bir istekti fakat her yanımızı kaplamıştı.

Taehyung elimden tutarak benim odama geçti. Birkaç saniyeliğine bıraktı elimi, üzerindeki tişörtü çıkarıp odadaki sandalyenin üzerine bıraktı. Sonra tekrar bana döndü ve gülümseyerek yatağıma uzandı. Yanına uzandığımda aramızdaki boşluğa uzattı elini, ben de uzattım, parmaklarımız tekrar birbirine geçerken ikimizin yüzünde de bir gülümseme vardı. Tamam, der gibiydi bu gülümseme. Senelerdir özlemini çektiğin şey buymuş senin.

Ona neden sarılmadım, bilmiyordum. Oysa en derin isteklerimdendi bu, onu da diğerlerinin yanına, zihnimin henüz açılmayacak düşünceler kısmına göndermiştim. Kollarımı boynuna sarmak veya başını göğsüme yaslamak istiyordum, Tanrı şahitti ki bundan daha çok istediğim bir şey varsa eğer sadece onun dudaklarına kavuşmak olurdu bu.

viva la vidaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin