27

3.8K 549 261
                                    


the beatles - here comes the sun

[ 27: yol ]

Sesler kulağımda yankılanırken bir boşluktaydım.

Hemen sonrasındaysa bazı imgeler vardı: Bir köşeye fırlayan boş bir silah kovanı, seslerle birlikte yere düşen bir beden ve zemine sıçramış, olduğu yerde gitgide büyüyen koyu kan gölü.

İmgeler dolaşıyordu; kafamın içinde, umarsızca ve mekan tanımadan, bir şehrin ucundaki büyük saray odasından ayrılıyor, uzaya fırlıyor, soyutlaşıyor ve gerçekliğini yitiriyordu.

Döngü genişliyordu sonra, bir beden yere düşüyor ve kan gölü büyümeye devam ediyor, kanın rengi koyulaşıyor, tekrar tekrar, beden düşüyor, kanlar yeniden dökülüyor ve bir anda, hafif bir dokunuş omuzlarıma yerleşiyor. Yavaşça ilerliyor, boynumu, çenemi aşıp elmacık kemiklerime varıyor, usulca okşuyor orayı. Adımı fısıldıyor, beni rüyalarımdan çekip çıkarıyor.

Sonra Kim Taehyung tüm can yakıcı güzelliğiyle beni izliyor.

"Sevgilim," diye mırıldanıyor. "Rüya görüyorsun, geçti, yanındayım."

Hiç istemediğim halde bu gerçekdışı gerçeklikten sıyrılmak gerekirse eğer, hikayemizi bıraktığım yere dönmem gerek çünkü pekala bizim hikayemiz fazla eğri büğrü olduğundan, ilerlediği çizgiyi biraz düzeltmek adına her şeyin başına dönmemiz lazım, rüyalarımı dahi mesken tutmuş, silah sesleri ve kanla dolu olan kısma.

O anların zihnimde tamamen net olduğunu söylemek yalan olur, bu yüzden yalanın koruyuculuğuna sığınmamaya çalışarak zihnimin geçen her bir dakikada olan biten her şeyi yavaş yavaş sildiğini söyleyeceğim. İlk dakikada silahın patlayış sesi yok olmuştu, ikinci dakikada yerde oluşan kan gölü, üçüncüsünde ise babamın yerde yatan bedeni.

Kendi çapında devasa bir insanın yerde öylece yatışını görüyor ve hiçbir şey hissetmiyordum, silkelenmem gerekiyordu ve ben yalnızca o müthiş sessizlik içerisinde babamın bedenine bakmaya devam ediyordum.

Kendime sormam gereken sorular vardı ancak öylesine korkutucu geliyorlardı ki bana, onları olabildiğince ertelemek, mümkünse kaçmak ve bir daha hiçbir zaman bunlarla boğuşmamak istedim. Yine de zaman akıyordu, hızla yapıyordu bunu, birkaç asker hızla babamın odasına dalıyordu, dehşetle babamın bedenine ve başında dikilen bana bakıyorlardı. Zaman akmaya devam ediyordu.

İlk önce suçlanacağımı sandım. Babamın ölümünden suçlu bulunacağımı — ki her şey hazırdı; anlaşılan o ki saatlerce cinayet silahı ile babamın cesedinin başında beklemiştim, üzerime kanlar sıçramıştı ve tüm şehir de bu saraya girerken bir şeyler olacağının farkındaydı.

Yine de olaylar bir şekilde uçurumdan aşağı hızını kesmeden yuvarlanan bir kayanın gidişatından şaştı, ben kılımı kıpırdatamaz halde saatler öncesinde babamla oturduğum koltuğa çökmüşken odaya daha çok insan girip çıkmaya başladı, cesedi götürürlerken onları izledim, yerdeki ve eşyalardaki kanı temizlerken de. En sonunda omzum sarsıldı, başımı kaldırdım ve bana endişeyle bakan Hoseok'la karşılaştım.

Beni kendime getiren bu oldu, üzgün hissetmiyordum, daha çok ne yapacağımı, nereye gideceğimi bilmez gibiydim. Hoseok önümde diz çöküp hızla bana sarıldığında ise her şey biraz daha açık göründü gözüme, sarayda kalmayabilirdim, belki beni Huimang'da istemeyebilirlerdi, sorun değildi, bir çözüm bulunurdu.

Hoseok korktuğumun aksine bana hiçbir şey sormadı, önce sırtıma ince bir hırka bıraktı, sonra yavaşça kaskatı kesilmiş bedenimi koltuktan kaldırdı ve bir şekilde kâbuslarıma dönüşeceğini bildiğim odadan çıkarttı.

viva la vidaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin