18

4.5K 587 230
                                    


[ 18: silah sesi ]

Huimang gibi cennetimsi bir kasabaya silah sesi yakışmıyordu.

Hakikaten bir cennetin bahsini geçiriyorum burada, hayatını sarayın dört duvarı arasında geçirmiş birisi için şarap nehirlerine dönüşen nehirleriyle ve altın tonlarıyla boyanmış gökyüzüyle, pek tabii derme çatma evleriyle ve irili ufaklı dükkânlarıyla sahici bir cennetti. Gözünüzü çocuk seslerine açardınız, pazarları etrafın gürültüsü nasılsa hiç rahatsız etmezdi sizi ve sokaklarında bir öykü karakterine dönüşüverirdiniz de Gogol sizi Neva Bulvarı'nda dört döndürüyormuş gibi bir hisse kapılırdınız. Her bir ayrıntısıyla cennetten yeryüzüne kazara düşmüş bir toprak parçasıdır ve şüphesiz ki bu kasabaya en yakışıksız kalan şey, gecenin bir yarısı göğü yararcasına inleyen bir merminin sesidir.

Oysa ilk başta her şey güzeldi, sahiden güzeldi. Seokjin ile her zamanki yerde, Jimin'in dükkânın altındaki toplanma salonunda buluşmuştum. Düğünde kısacık bir sürede de olsa tanışma fırsatı elde ettiğim Sojung da oradaydı. Onunla tekrardan selamlaştık, açık kahverengi saçlarını bu sefer bağlamıştı, siyah eşofmanlarıyla oldukça sade ve hoş duruyordu. Beni gördüğünde gülümseyerek, "Jeongguk!" demişti. "Nasıl gidiyor? Aramıza katıldığını duyunca çok sevindim." Koltuğa oturup Seokjin'in karıştırdığı dosyalarla işini bitirmesini beklerken onunla kısaca sohbet etmiştik. Biraz gergin olduğumdan bahsedince gülümseyip, "İlk seferler her zaman böyledir," demişti. "Ben ilk görevime çıktığımda sokaktan geçen polisin sesini duyduğumda bayılmıştım. Yanımda Jimin vardı, beni sürükleyerek eve götürmüştü zavallı."

Ona evliliğin nasıl gittiğini sorduğumda gözlerine bulaşan parıltı nasılsa beni de mutlu etti. Bunda bir yandan Sojung'un kendini rahatça sevdiren kişiliği de etkiliydi fakat bir yandan da aklıma Taehyung'un gelmesine engel olamamam da söz konusuydu. Ne yaptığını merak etmiştim, uzun zamandır geceleri beraber geçiriyorduk ve şimdi onsuz burada olmak tuhaf bir hissin içimde kol gezmesine sebep veriyordu. Onu salonumuzda gramofondan yükselen Rosemary Clooney eşliğinde kitap okurken düşündüm ve o tuhaf his yerleştiği yerden tekrar belli etti kendini, yalnızca kısa bir süredir ayrı kalmış olmamıza böylesine özlem ve endişe duymam korkutucuydu. "Aptallaşma," demem gerekti kendime, "Onsuz kalacağım günlerin ne zaman kapımızı çalacağını düşünmeye dahi korkarken böylesine endişelenme bu zamanlarda."

Sonunda Seokjin dosyalardan ayrıldığında küçük bir gülümsemeyle yanımıza geldi. Yorgun görünüyordu, siyah saçları karışmış ve gözaltları çöküp morarmıştı. Üzerindeki siyah gömlek kırışık görünüyordu, bugün işlerin yoğun olduğunu tahmin etmek zor olmadı. "Jeongguk, hazır görünüyorsun," dediğinde gülümsemiştim sakince. Üzerimde bir durgunluk vardı, gerginliğime yormuştum bunu fakat pekala bir felaket tellalı da olabilirdi. Seokjin bana yorgunca karşılık verdikten sonra karşımızdaki koltuğa oturup kolunun altında getirdiği dosyalardan birisini önümüzdeki masaya koydu.

"Sana ne yapacağımızı kısaca anlatayım," dedi siyah kapaklı dosyayı açarken. Gözleri sayfaları hızlıca tarıyordu. "Bildiğin üzere, ekipteki rolüm teslimatın başı olmak. Bugün de pek küçük sayılmayacak bir teslimat gerçekleştireceğiz, Huimang'ın en kötü durumdaki bölgelerinden birisine. Batı Yakasına." Sonunda bulduğu şeyle beraber dosyayı bana doğru çevirdiğinde birkaç sokak görüntüsüyle karşılaştım. Siyah beyaz, alışık olduğum türden bir fotoğraftı bu ancak yüreğimi ince ince sızladı, kasabanın gördüğüm ve bildiğim halinden farklıydı bu sokaklar, her yer çöp ve insanlarla doluydu. Yıkılacak gibi duran evler, kaldırımda başları eğik oturan çocuklar vardı. Elleri ve yüzleri çamur içerisindeydi fakat bunun sebebinin oyunlar olmadığını bilmek yaktı canımı, bir çocuğu oyundan başka bir şey kirletmemeliydi, bu yanlıştı, haksızlıktı.

viva la vidaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin