[ 16: yıldızsız gece ]Bazı günleri anımsıyordum; zihnimde tozlanmaya yüz tutmuş, üzerine ince bir örtü serilmiş bazı anıları, bazı yerleri ve bazı kişileri. Onları unutmayı dilememiştim hiçbir zaman, hayır, aksine şımartmıştım onları, yerlerini ayrı tutmuştum ve kabul etmek istemesem de her daim bir ayrı sevilmişlerdi. Yine de zaman isimli bir şeytan vardır ki şu zamana kadar bilinen, yazılan ve inanılan tüm şeytanlardan daha sinsidir o. Kurnazdır, sessizce yaklaşır, sizi kolları arasına alır, bir bakmışsınız ki fark etmeden ona kapılmışsınız. Böylece unutmaya başlarsınız, suçlanacak birisini aradığınız bir cinayet romanına döner her şey. Suçlu başından beri, belki de Adem'in o elmayı ısırdığı andan beri şeytan kılıfına girmiş zamandır ve ne yazarın ne de okuyucunun bundan haberi vardır.
Yine de siz umursamayın beni, dikkate dahi almayın çünkü ağzından çıkanlar kulağına ulaşmayan binlerce gençten birisiyim sadece. Sadece on altımda anneme yazdığım mektupları anlatmak isterim ancak kelimelerim laf cambazına dönmeye meraklıdır biraz, döndürürüm cümleleri ve bir suçlu ararım. Böyleyizdir biz çünkü, bir suçlusu olmadan bu dünyanın böylesine çirkinleştiğine inanmayı seçemeyecek kadar hayalperestizdir.
Anneme yazdığım mektuplara hep aynı cümleyle başladığımı hatırlıyorum, basit ve on altısında melankoliyi birkaç doz kaçırmış herhangi bir çocuğun kurabileceği gibi bir cümle.
Sevgili ve biricik annem, endişelenme, zaman ilerliyor ve benim için biricik olan hâlâ sensin.
Sabah uyandığımda sebepsizce bu cümle dolandı kafamın içinde. Bir ara hızlandı, koşturarak başımın duvarlarına çarptı, bir ara, "Uygun adım, marş!" diye haykırdı ve korkutucu derecede asık yüzlü askerlere özenmişçesine kalın botlarını vura vura talan etti zihnimin her bir köşesini.
Buna bir ilaç bulmak gerekirdi ki bir düşünce peşinizi bırakmak bilmiyorsa ve artık bir nevi gölgeniz olmuşsa buna çare genellikle kapınıza gelmez, sizin çıkıp onu aramanız gerekir. Ben de öyle yaptım, bahtım benden yana olsa gerekti ki çok da uzakta değildi bu ilaç. Vücudumu döndürdüğümde gözlerimin buluştuğu bedendeydi, hatta işim doğrusunu söylemek gerekirse pekala yalandır bu; zira ilacın onun ta kendisi olduğuna yemin edebilirdim.
Gözlerim yorgunca dolandı yüzünde, Taehyung ile uyandığım ikinci sabahtı bu ve kaçıncıya sayarsam sayayım o tuhaf büyünün hiçbir zaman bizi terk etmeyeceğini bir şekilde biliyordum sanki. Kirpiklerini saydım teker teker, güzelim kahvelerini örttükleri için her birine ayrı ayrı kinlendim, gözlerine müptela olmuş bir adam olmak bitkin düşürdü yeniden beni.
Sol elimin işaret parmağını kaldırıp yavaşça kirpiklerinin gölgesinin düştüğü yanaklarına değdirdim. Güneş yüzünü buldu o sırada, nefesimi tuttum, uyanık olsaydı sessizce gülerdi bana. Ben de gülerdim, yine de söyleyemezdim nasıl içimin gittiğini kirpiklerine gün doğarken.
Hafifçe kıpırdadı, uyanacağını düşündüğümden başımı biraz geriye çekip yüzünü izledim sakince. İnanmak zordu buna, evet, hücrelerime değin yalanlamıştık fakat yine de sakindim bir şekilde. Hâlâ bazı kıyametler kopuyordu içimde ve hâlâ soluklarımın onun güzelliği için yetersiz olduğunu hissediyordum ama sakin kalabiliyordum artık. Anlaşılan Taehyung'un varlığından huzur taşardı biraz, sığmazdı kendisine.
Yerinde biraz kıpırdanıp burnunu kırıştırdıktan sonra sandığımın aksine gözlerini açmadan aldığı derin nefeslerle uykusuna devam etti. Hafifçe gülümseyip yüzünden ayırmadığım parmağımı belli belirsiz yanağındaki bene dokundurdum, biraz okşadıktan sonra yüzümdeki gülümseme yayılmıştı.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
viva la vida
Fanfictionülkelere önünde diz çöktürten, bir dünya yöneten ulusun varisi jeon jeongguk gitmiş de kim taehyung'un bir bakışına esir düşmüş. biriciğime @lyvnte