26

3.8K 536 284
                                    


elton john - the king must die

[ 26: son devre ]

Meydan dağılıyordu.

İnsanlar yavaş yavaş ya evlerine ya da dükkanlarına çekiliyordu, bunu yaparken sessizdiler, ara sıra fısıldayarak hararetle konuşan birkaç gruba rastlanıyordu ama bunların aksine bir süre öncesinde bu meydanda yaşanan şeylerin ağırlığının havada asılı kalmış olmasından kaynaklı olsa gerek, herkes bu ağırlığa bir şekilde saygı gösteriyor ve yaşananların üstünün kapanmadığını kendilerince anlatmaya çalışıyordu.

Uzun zaman sonra ilk defa askerler yoktu etrafta, kimden emir aldıkları bilinmez, Kral elleri kelepçeli oğlu ile meydandan ayrılıp gözden kaybolduğundan beri askerler de çil yavrusu gibi dağılıvermişti. Belki onlar da yaşananların ağırlığı altında kalmışlardı çünkü orada bulunan herkes pekala farkındaydı ki bir çeşit devrim yaşanmıştı.

Son bulmayan bir devrim.

Kim Taehyung da hızlı adımlarla önündeki Jung Hoseok'u takip ederken en az herkes kadar bunun farkındaydı. Bu farkındalığın bedeli olsa gerekti, yaşananlar sırasında olduğundan çok daha yorgun görünüyor, adımlarını her an bayıldı bayılacakmış gibi bir edayla atıyordu. Hoseok'un bunu fark etmesi uzun sürmedi, ona yaklaşıp kolunu omzuna atarak yürümesine destek olurken de hızından bir şey kaybetmemişti. Bu şekilde ara sokakları arşınladılar, en sonunda girdiklerinden farksız bir ara sokakta, yıkılmaya hazır bekleyen ve Hoseok için bir önceki günden tanıdık olan hana vardılar.

Hanın içerisi önceki gecenin aksine daha kalabalık sayılırdı, içeride müşteri olmadıkları, meydandan kaçıp bulabildikleri ilk yere kendini attıkları belli olan insanlar vardı. Masalara ikişerli üçerli oturmuş, kendi aralarında sessizce sohbet ediyorlardı. Hoseok ve Taehyung da bu gruplardan en köşede olana yaklaştı.

"Namjoon, Jimin," dedi Taehyung masaya doğru adımlarken, arkadaşlarının gözleri hızla onu buldu, Jimin aceleyle kalkıp Taehyung'u kucaklarken tıpkı onun gibi yorgun görünüyordu. Taehyung sonrasında Namjoon'a sarılıp onun yanına oturdu, ayakta bekleyen Hoseok'u fark ettiğinde ise hafifçe gülümseyip, "Hoseok, otur lütfen," diye mırıldandı. "O kargaşada fırsatını bulamamıştım," diye ekledi. "Çok teşekkür ederiz."

Hoseok sorun olmadığını söyledi hızlıca, sahiden de değildi çünkü, yalnızca Jeongguk'un onların dostu olduğunu ve bu insanların onun için ne kadar değerli olduğunu bilmesi yüzünden de değildi bu, onları gerçekten sevmişti. Yaptıklarına saygı duyuyor ve bunun bir parçası olmayı diliyordu, küçük de olsa, bir parçacık da olsa, onlara ve insanlara yardım edebilmeyi.

"Diğerlerinden haberiniz var mı?" diye sordu Namjoon elleriyle alnını ovarken. Tüm bu yaşananlar hapishanede geçen günlerinden çok daha fazla yormuştu onu ve henüz Seokjin'in de içerisinde bulunduğu diğerleri ortalarda yoktu, yorgun olmak yeterince hakkıydı yani. "Hayır ama yakında gelirler," dedi Hoseok, "Meydanda dağılmadan önce herkese tarif ettiğim adres burasıydı, er ya da geç bulurlar."

Haklı da çıktı, sabırsızlıkla hanın kapısına gözleyerek geçen dakikaların ardından Yoongi ve Seokjin, diğerlerinden farksız vaziyette göründü. Tüm yorgunluklarına rağmen iyi görünüyorlardı, öyle ki diğerleri onlara sarıldıklarında sıkıca karşılık verebilmişlerdi.

Öncesinde sessizce yemek yediler, sarayın hapishanesinde geçen günler boyunca yedikleri saçma sapan şeylerin acısını çıkarırcasına uzun sürdü bu — ya da belki sadece bir şeyleri ertelemeye çalışıyorlardı. Yemek sonrasında hepsi daha iyi görünüyordu, böylece Yoongi ilk konuşan olma cesaretini gösterebildi ve diğerlerinin nerede olduğunu sordu. Hoseok hızlıca Jooheon'un çok dikkat çekmemek için onları başka bir hana götürdüğünü anlattı, kelimeleri ardı ardına sıralarken gergin görünüyordu, alışık olmadığı ve biraz da eğreti durduğu bir ortamda bulunmasının getirisiydi bu.

viva la vidaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin