3

8.5K 1K 571
                                    


[ 3: piyano ]

Ertesi sabah uyandığımda düşünebildiğim tek şey deli gibi ağrıyan başımdı.

Önceki gün, akşam sularında Jimin'le beraber Taehyung'un dükkânından çıkıp havadan sudan sohbet ettiğimiz bir on dakikanın sonunda ayrıldığımızda, uzun bir süre kasaba sokaklarında yürümüş, esnaflarla tanışıp muhabbet etmiştim. Hava karardıktan sonra hana dönmüş ve son birkaç saattir kafamdan atmaya çalıştığım kişi, yalnızken arkamdan yaklaşan sessiz bir suikastçı gibi beni ve düşüncelerimi bulmuştu.

Damarlarımda kabaran bu duyguya bir kılıf giydirmek gerekiyorsa illa ki, etkilenmek diye düşünmüştüm. Başka bir açıklaması, makûl bir sebebi olamazdı bana göre. Görünümünden, duruşundan, konuşmasından ve sanatından etkilenmiştim, bu kadardı.

Fakat yine de, üzerimdeki saten siyah pijamalarımla penceremin pervazına yaslanmış, gecenin geç saatlerine çoktan girmemizden kaynaklanan bir sessizliğe sarmalanmış sokağı izlerken; yarın kalkıp yanına gideceğim kişinin o olması, içimde tarif edemediğim, anlam veremediğim duyguların baş göstermesine sebep oluyordu.

Uyuyamamıştım. Büyükbabamın ölümünden önce, ki bu da benim çocukluğuma tekabül ediyordu, saraya geldiği bir seferinde bana hediye ettiği cep saatine bir göz attığımda saat çoktan biri geçmişti. Pencere kenarından ayrılıp pek de alışamadığım küflü şilteme uzandığımda, uykuya dalmam çok sürmemişti lakin yine de Kim Taehyung'u düşüncelerimden çıkarıp atmak zordu, çok zordu.

Elbette geç bir saatte uyuyup alışık olmadığım kadar erken bir saatte uyanmamın bana getirisi olan baş ağrısının yanında bir hediyesi daha oldu: İşimin ilk gününe, düzeltme yapıyorum, Kim Taehyung ile olan işimin ilk gününe geç kalmak.

Gözlerimi açıp başıma vuran ağrıyla şakaklarımı biraz ovaladıktan sonra sonunda kendime gelmeyi başarıp baş ucuma koyduğum cep saatine bakmayı akıl edebildim. Bununla beraber, ayağa kalkıp yüzümü yıkamam, dolabıma fırlayıp bulduğum bol siyah pantolon ile beyaz gömleğimi üzerime geçirmem, bir yandan elimdeki kalın kemeri takmakla uğraşıp bir yandan da odanın dışarısına fırlamam en fazla üç dakika sürdü. En fazla on dakika sonra da, Kim Taehyung'un kasaba dışında, dışı terk edilmiş bir evden farksız atölyesinin önünde gerginlikle dudaklarıma dişlerimle eziyet ederek dikiliyordum.

En sonunda cesaretimi toplayıp içeri adım attığımda, onu piyano başında buldum.

Bu sefer üzerinde benimkine benzer bol kumaş bir pantolon ve onunla aynı renkte, lacivert bir hırka vardı. Hırkanın bolluğundan kollarını dirseklerine kadar kıvırmıştı ve içine hiçbir şey giymediği, sadece göğsünün ortasına kadar çekilip bırakılmış fermuarın altından görünen esmer teninden anlaşılabiliyordu. Bu sefer ensesine dökülen saçlarını arkadan küçük bir at kuyruğu oluşacak bir şekilde bağlamıştı ve bu, onu şirin göstermesi gerekirken nasılsa gözlerimi bir saniye dahi saçlarından ayırmayı istemeyeceğim kadar etkileyici duruyordu. Tapmak isteyeceğim kadar güzel dudaklarını birbirine bastırmış, artık alıştığımı düşündüğüm düz ifadesiyle gözlerini piyano tuşlarında gezdiriyordu.

Öylece kapı girişinde onu izlerken beni fark etmiş olsa dahi hiçbir tepki vermedi. Eh, tabii bu da benim işime gelirdi. Dünden beri onun yüzünü görmediğim zaman boyunca güzelliğini unutmuş gibi hissediyordum ve şimdi, bunu unutmama asla izin vermeyecekmiş gibi duruyordu karşımda. Mümkün değil gibiydi de zaten, Kim Taehyung, karşımda olmadığı zamanları zihnimde geçirdiği tüm o süre boyunca bana bunu iliklerime kadar hissettirmişti.

Saniyeler dakikaları bulduğunda hâlâ gelişime bir tepki vermemiş oluşu canımı sıkmaya başladı. Yerimde hafifçe sallanırken dışarıdaki her şeye duyularımı kapatıp çaldığı parçaya odaklandım.

viva la vidaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin