Merhaba! Bu, finalden önceki son bölüm. Bunu kabullenmek benim için ne kadar zor olsa da kurgunun kendi kendini tamamladığını ve uzatmanın yersiz olacağını düşünüyorum. Zaten oldukça okur kaybettik ve gidişat kimseyi mutlu etmedi. Hala burada olanlar için, iyi okumalar!
İki farklı gün. İki farklı an.
2017'nin neşeli ve güneşin sanki hiçbir zaman batmayacakmış gibi parlayarak kendini gösterdiği bir Mayıs sabahı. Uzun, kahkahaların ve en kaliteli şarap şişelerinin sürekli yer değiştirdiği ama hiç azalmak bilmediği bir masanın etrafında oturan Luke, Luke'un o zamanlar henüz kendisini terketmemiş olan kız arkadaşı Olivia, Ashton, Calum, Calum'un ev arkadaşı olan Roy, Michael ve Amy.
Michael ve Amy.
Parfüm, yemek ve yeni kesilmiş çimenlerin kokusu. Çiçekli elbiseler, sigara dumanı, yirmilerinin ortalarındaki bir sürü genç, şarkılar ve gün ışığı.
2020'nin kasvetli ve güneşin sanki hiçbir zaman dünyanın yörüngesine girmemiş gibi kendini göstermekten kaçındığı bir Mayıs öğleden sonrası. Uzun, sessizliği zaman zaman bölen donuk, resmi kelimeleri dışında hiçbir sesin duyulmadığı ve kimsenin gülmediği bir hastane koridorunda oturan Luke, Ashton ve Calum.
Ne Luke'u terkeden ve artık nerede olduğunu kimsenin bilmediği ve bilmek için çaba da göstermediği Olivia, ne Calum'un kendi iş hayatının yoğunluğu yüzünden telefonlarını bile duymamış olan ev arkadaşı Roy, ne de..
Ne de Michael veya Amy.
Hastanelere özgün ve başka hiçbir kokuya olanak tanımayan o keskin, yakıcı koku. Günlerdir değiştirilmemiş olan kıyafetler, sürekli üç artık çok da genç olmayan adam arasında gezinen ve yalnızca öznesi değişen sigara dumanı, daha önce hiç şarkı söylememişler gibi hissetmelerine sebep olan bir sessizlik ve gün ışığından nasibini alamamış bir gün.
"Ben sigara içmeye çıkıyorum."
Ashton oturduğu rahatsız sandalyeden kalkarken sendeleyince Luke, endişeli ve uykusuz gözlerini arkadaşına çevirdi. Ashton, soluk beyaz duvara tutunarak dengesini sağladı ve baktığı yerde hiçbir şey görmüyormuş kadar boş bakışlarla etrafını süzdü. "Doktor bir şey söylerse.."
"Evet, biliyoruz Ashton. Doktor bir şey söylerse, seni ararız."
Calum, iki tane tekli koltuğu kaplayacak kadar küçülerek ve dizlerini karnına çekerek yattığı yerden gözleri hala kapalı şekilde konuştuğunda Ashton onu başıyla onayladı. Üçünün de günlerdir sözsüz bir antlaşmayı yürütüyor gibi bakıştıkları ve konuştuklarında söyledikleri tek şeyin bu olduğu anlar bu gibi anlar olduğu için; hepsi bunu görev bilinciyle nöbet değişimi yapan ama yorgunluğunu gizleyemeyen askerler gibi yapmaya başlamışlardı.
Ciddiyetle, önemini bilerek ama umutsuzlukla.
Çünkü biliyorlardı ki, doktor hiçbir şey söylemeyecekti.
Ne içlerinden birinin sigara içmek için indiği ve hayranların, magazincilerin, gazetecilerin baskı dolu sorularından ve her hareketlerini takip eden gözlerinden kaçarak on dakika kadar bir sürede ciğerlerini zehirle doldurduğu o kısa sürede ne de burada birbirlerinin nefeslerini ve hastanedeki olağan koşuşturmaları dinleyerek bekledikleri sürede; doktor hiçbir şey söylemiyordu, söylemeyecekti.
Luke, Ashton'ın sarsak adımlarla sensörlü kapıdan geçişini ve kapının onun ardından sanki Ashton orada hiç bulunmamışçasına mekanik bir hareketle kapanışını izlerken gerçeklik algısını kaybetmeye başladığını farketti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
let the colors /mgc
FanfictionAma sen yoksun ve ben renklerin solmasına engel olamıyorum.