emptiness

75 18 43
                                        

Merhaba! Bir şey oldu ve ben bu kurguyu birazcık daha uzatmaya karar verdim. Yani son 5 bölüm değil, son 10 bölümün içerisindeyiz artık. Böylesi daha iyi olacak, umarım sıkılmıyorsunuzdur ve memnunsunuzdur. 2020sin son bölümünü yazıyorum ve bu garip bir his. Lafı fazla uzatmayayım, bu bölüm de canım Grace'im için! Bu kurgu yüzünden bana çok kez kızsan da seni çok seviyorum:")

Sevgilim,

Uzun yıllar önce, henüz sen hayatta ve beni seviyorken bir kitap okumuştum. Bu gibi şeylerin yokluğundan, senin yokluğundan artık ne kadar doğal şeylermiş gibi bahsediyorum değil mi?

 Her neyse, Santa Cruz sahilinde kamp yaptığımız günlerden biriydi. Suya girmemek için huysuzlanıp kumsalda oturmayı tercih etmiştin ve benim yüzen bedenimi yüzünde huzursuz bir ifadeyle izliyordun. Sudan çıkıp da benim gözden kaybolmamdan korktuğun için buruşturduğunu bildiğim ve yanına geldiğimde derin bir nefes almış olan ifadene bakmış ve dudaklarına kısa bir öpücük kondurmuştum. O güzel günün geri kalanı boyunca bana yüzmek gibi tehlikeli bir uğraşın gereksizliği hakkında konuşup durmuştun ve sen bunu yaparken dizinde uzanıp da o kitabı okumaya çalışmak çok zor olmuştu. Yeşil gözlerini kocaman açıp anlattıklarını dinlemek yerine bedenimi güneşe kurutması için bir armağan gibi sunmuş ve ikimizin de cildi güneş yanıkları olana kadar kitabı okuyup bitirmiştim.

Bugün olsa, kesinlikle kitabı bir kenara bırakır ve yaşıyor olduğuna dair tüm gereklilikleri yerine getirdiğin halinin ve beni seviyor oluşunun her bir saniyesinin kıymetini bilirdim. Nefesini hissedebilmek için yüzümü seninkine yakınlaştırır, kalbinin düzenle ve sağlıkla atışını dinlemek için göğsüne uzanırdım. 

Ama yapmadım. 

İşte o gün tüm bunlardan vazgeçerek okumayı seçmiş olduğum kadar kıymetli o kitapta bir cümle vardı. Senin Luke'un cips yedikten sonra parmaklarındaki kırıkları yeniden cips pakedinin içine silkelemesi ve bunun iğrençliğiyle ilgili söylendiğin sırada söylediklerini küçük bir "hmhm"ile geçiştirdiğim sırada dikkatimi veremediğim için yeniden, yeniden ve yeniden okuduğum bir cümle.

"Onun bana bıraktığı sonsuz boşlukta tutunmaya çalışıyorum."

O gün, bu cümlenin anlamını kavrayamamıştım. Şöyle düşündüğümü hatırlıyorum: Sonsuz bir boşluk mu? Saçma! Boşluğun bir boyutu, bir ölçütü olmaz ki. Biri ardında boşluk bırakmaz, birinin yokluğu boşluktur ve bir şeyin yokluğuna tutunamaz insan. Kimse, olmayan bir şeye tutunamaz.

Sanki çok şey yaşamış gibi, kendimden emin bir havayla bu cümleleri kurmuş ve neredeyse burun kıvırarak kafamda "anlamsız, soyut bir cümle" olarak damgalayarak, beynimdeki ücra bir köşeye atıvermiştim bu cümleyi. 

Bazen böyle olur, bilirsin. Beyninin bir köşesine atıp küçümsediğin bir şarkı, bir söz, bir koku yıllar sonra karşına çıktığında kafana bir balyoz gibi iner ve kazandığı anlam yüzünden ayakta durmakta bile zorlanırsın. Nefesin kesilir, ellerin buz keser ve o gün o kazanımı beyninde bir yerlere atarken bugünleri hissedip hissedemediğini düşünürsün. 

Seni kaybedeceğimi aklımın ucundan bile geçiremeyeceğim günlerde okuduğum bir cümle, şimdi senin yokluğunu tanımlıyordu. O gün, sen kanlı canlı yanımdayken küçümseyip unuttuğumu düşündüğüm bir düşünce şimdilerde senden daha kanlı canlı şekilde karşıma dikilip de bana o gün ona yaptığım gibi burun kıvırıyordu. 

Evet, sonsuz bir boşluktu. 

Evet, boşluğun bir boyutu vardı. Olabiliyormuş, olmuştu, öğrenmiştim. Benim boşluğuma bir boyut biçilmişti, bu da boyutsuzluktu.

let the colors /mgcHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin