Merhaba! Yine buradayım, yarınlar yokmuşçasına bölüm yazıyorum. Neyse, artık gerçekleri öğrenme zamanı olduğunu hatırlayınca ben de uyku uyuyamadım hemen yazmak istedim. İyi okumalar!
Avuçlarının arasında ellerim buz keserken duyduğum kelimeden emin olmaya çalıştım. 1970 mi demişti o?
Kulaklarıma ulaşan her küçük sesin; nefesinin, göğsümde atan ve sırtından hissedebildiğim kalbinin ve hatta sessizliğin bile uğuldamaya başladığını hissediyordum. Bir astım krizinin pençesine düşmemek adına derin bir nefes almaya çalıştım ve ciğerlerime ulaşamadan, boğazımda sıkışıp kalan hava yüzünden kesik bir nefes daha almaya çalıştım. Ciğerlerim sonunda havaya kavuşurken, Calum'un fısıltıdan farksız tekrarladığı cümleyi duyamıyordum.
Başını iki yana sallarken oturduğu yerde yeniden bana doğru döndü ve ellerimi bırakmadan, parmaklarımızı kenetledi. "Iris, söylemeye çalıştım.."
Sesi kulaklarıma ulaştığında derin bir uykudan sarsılarak uyanmış gibi irkilerek bakışlarımı ona çevirdim. "1970 mi dedin?"
Kahverengi gözleri yüzümde gezinirken başın belli belirsiz sallayarak beni onayladı. Kendime bile yabancı gelen sesimi ararken ne düşüneceğimi, ne hissedeceğimi bilemedim. Benimle dalga geçiyor olabilir miydi?
Bunu neden yapsındı ki?
Benim 2020 yılından geldiğim gibi, onun da 1970 yılından gelmiş olma ihtimali var mıydı?
Seni arıyordum, demişti, bunca zamandır.
"Iris, bir şey söyle, lütfen." Ellerimi kucağıma bırakıp yüzümü avuçlarının arasına aldığını farkedip kurumaya başlayıp sızlayan gözlerimi kırpıştırdım. "Kulağa delice hatta imkan dışı geldiğini biliyorum ama.."
"Hayır, delice değil." dedim, kendimden beklemediğim kadar özgüvenli bir sesle. Desibeli yükselen sesimi alçaltırken benden bir cevap bekleyen aralık dudaklarının kapanışını izledim. "Sadece emin olmaya çalışıyordum.. Doğru duyduğumdan."
"Bana.." Kaşları çatılırken yüzünü benimkinden uzaklaştırıp nefesinin yüzümdeki eksikliğini hissetmeme neden oldu. "İnanıyor musun?"
Başka bir seçeneğim mi vardı?
"İnanıyorum." dedim, "Sadece.. Anlamama izin ver."
Beni kendine çekip yüzümü çıplak omzuna yaslarken derin bir nefes aldı. Hareketlerini kendi kontrol edemeyen bir bez bebek gibi kucağına çekilirken karşı koyamadım. Şaşkınlığı üzerimden atamamıştım, kolay kolay da atamayacaktım.
"Seni kaybetmekten korktuğum için söyleyemedim." diye mırıldandı, yüzünü saçlarıma gömerken. Sıcak nefesinin saçlarıma değmesi tüylerimi ürpertse de ve büyük bir şok dalgası henüz bedenimden sıyrılmamışken bunu yapmak ne kadar zor olsa da söylediklerine odaklanmaya çalıştım. "Seni yeniden kaybedemezdim. Tanrım. Seni yeniden kaybedemem, Iris."
Söylediği şey bedenimin silkelenip kendine gelmesine biraz olsun yardımcı olduğunda omzundaki başımı huzursuzca hareket ettirdim. "Yeniden mi?" diye sordum. 1970'de neler olmuştu?
"Söz veriyorum hepsini anlatacağım. Daha iyi misin? Bana iyi olduğunu söyle, lütfen."
Daha iyi miydim?
İyi olup olmadığımı bilemeyecek kadar büyük bir boşlukta asılı durduğum için bu sorusunu görmezden geldim ve başımı zorla doğrultarak yüzünü görebileceğim hizaya geldim. Onun vücudunun iki yanına sarkan bacaklarımda duran ellerinden biri sol dizimde küçük daireler çizerken anlatacağı şeylere hazır olup başını kaldırması ve anlatması için bekledim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
morning glory/ cth
Fanfiction"uyanmak için zamana ihtiyacın var. bunu yapabileceğini biliyorsun, öyleyse yapabilirsin de. hikayen ne, sabah parıltısı?"