Merhaba! Bunun finalden önceki son bölümümüz olduğunu da belirtmeden geçmeyeyim. İnanın uzasın diye oldukça uğraştım ancak bu kurguya daha fazlası yakışmayacaktı. Umarım siz de gidişattan mutlu olursunuz, iyi okumalar!
PS: Bu bölüm, bebeğim Çağla'm için. İyi ki doğdun, iyi ki varsın kuzuşum <3 Seni çoook seviyorum!
"Grace'le artık iyi anlaşamadığınızı zannediyordum."
Annem, yeşil ve bir içeceğe göre fazlaca pürüzlü görünen detoks suyundan bir yudum daha alırken bana kaçamak bir bakış attı.
"Evet, yani öyleydi.. Bilmiyorum."diye geveledim, "Sanırım düzeltmeye çalışıyoruz. Bilirsin, o hala benim en yakın arkadaşım."
Değildi.
Düzeltmeye de çalışmıyorduk.
Sırt çantama attığım fotoğraf makineme bakarken başını salladı ve uzun, püsküllü küpelerinin sallanmasına sebep oldu. "Anladım."dedi, "Yine de yeni en yakın arkadaşının şu Michael olduğunu zannediyordum. Hemşire Karen'ın oğlu olan."
Beni sorguya çekip baskı altında tutmasından duyduğum rahatsızlıkla bıkkın bir nefes verdim. 2020'den 1996'ya değişen çok belirgin şeylerden biri de buydu. Aileme uzunca süre başka bir zamana ait olduğumu söyleyip durmuş olmamdan kaynaklı olarak benim yaşadığımı düşündükleri ergenlik buhranlarım onları beni daha sıkı denetlemeye ve aslında oldukça özgürmüşüm gibi hissetmemi sağlarken aynı anda kontrol altında tutmalarına sebep oluyordu.
Annemin odamı karıştırdığını, günlük tutmuş olabileceğim düşüncesiyle -ki bu 90lar gençliği arasında oldukça popüler bir yöntemdi- defterlerimi karıştırdığını ve astım hastası olduğumu bilmesine rağmen çantamda sigara paketleri aradığını biliyordum.
Calum konusunda biraz daha rahat olduklarını söylemek mümkündü.
Calum onlar için beni astım krizlerimdeyken kurtaran, asosyal ve ergen zamanlarımda normal bir 90lar gencine dönüşmemi sağlayan ve babamın geçenlerde belirttiği gibi kendisinin iyi bir meslektaşının düzgün yetişmiş bir oğluydu.
Yine de, onlara Calum'la geçireceğim bir geceyi Grace'le geçireceğimi söylemek zorunda hissetmiştim kendimi. Nedeni, gün yüzü gibi ortadaydı.
Bugün, Calum'un doğumgünüydü.
Bugün, olası bir tarih değişikliği ve yüzyılda yolculuk yaşanacaksa onun yaşanacağı gündü.
Bugün, yarın dönmeyebileceğim bir evden çıkıyor olabilirdim.
"Evet, evet."dedim, "Michael, Grace, Calum ve ben takılıyoruz. Bazen de diğer çocuklar işte. Her neyse, çıkmalıyım bak geç kalıyorum!"
Sarı sırt çantamın askısını omzuma atarken koridorda durup eve son bir kez göz atmaya çalıştım. Bunu olabildiğince hızlı ve akılda kalacağı kadar da derinlemesine yapmak ne kadar zor olsa da yapmak istiyordum. Her bir detayından nefret ettiğim 90lar modasının annemin üzerindeki boncuklu, pullu, neonlu yansımalarını da evimizdeki garip perdeleri ve hatta kardeşimin yüksek bel pantolonu ve tetrisiyle oturduğu o koltuğu da unutmak istemiyordum.
"Scott!"diye bağırdım, kardeşimin oyundan başını kaldırıp bana bakmasını sağlamak için. Kahküllerini sağlayarak "Hm? "diye mırıldandığında gülümsedim. "Görüşürüz."
Cevap vermedi.
Vermezdi.
Playstationla veya tetrisle, neyle oynadığının bir önemi yoktu. Cevap vermezdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
morning glory/ cth
Fanfiction"uyanmak için zamana ihtiyacın var. bunu yapabileceğini biliyorsun, öyleyse yapabilirsin de. hikayen ne, sabah parıltısı?"