twenties

190 32 97
                                    

Merhabaa! Galiba yavaştan her şeyi çözüyoruz, değil mi? Kurgunun önceki bölümlerinde anlamsız bulduğumuz ve kurgunun içerisine yerleştirmiş olduğum detayları da yeni bilgilerin içinde yerlerine oturttuğunuzda eminim ki daha iyi olacak:") Bu bölüm muhtemelen son derece sıkıcı ve bayık oldu; kötü olduysa gerçekten çok üzgünüm. Zor bir süreçten geçiyorum ve odağımı fazla toparlayamıyorum. Yine de, umarım beğenirsiniz. 

PS; bu bölüm de Calum'dan devam ediyor, bahsetmiştim.

30 Aralık 2019

Elimin dövmelerin üzerinde parmaklarımı gezdirirken iç çektim.

339 gün.

Hapishanedeki hücremde dayaktan bayılmak üzere bir halde ertesi gün gerçekleşecek idamımı bekleyerek uyuduğum uykudan, 49 yıl sonrasında uyanmamın üzerinden geçen 339. gündü bugün.

Neredeyse bir sene, diye düşündüm.

Mikrodalga fırınlara, ekranında dokunarak tuş görevi gören hareketleri gerçekleştirebildiğiniz küçücük telefonlara ve tüm bu garipliklere alışmış bile sayılamadığım 339. günü geride bırakıyordum. 2019 yılını, ait olmadığım bir yüzyılı ve ait olmadığım bu hayatı.

Nasıl olduğunu bilmiyordum.

Kimseye soramadan nasıl araştırma yapacağımı öğrenmek zorunda kaldığım ve bunu yaparken kendisini üç kez duvarlara attığım telefonumda neredeyse her siteye ve araştırma sayfasına girip hiçbir şey bulamamıştım. Kelimenin tam anlamıyla, hiçbir şey.

Arka cebimdeki telefonumu çıkarıp titreyen ellerimin arasına aldım. Şansımı bir kez daha denemek adına zaman yolculuğuyla ilgili sekmeleri yeniden açtım ve dikkatimi oraya vermeye çalıştım.

Son zamanlarda dikkatim, kafamdaki tilkilerin kuyruklarının birbirine dolandığı boş bir araziden farksızdı. Hiçbir şeyi çözemiyordum, hiçbir şeyi anlamıyordum ve hiç kimseyi asla mutlu edemiyordum.

Zaman yolcusu olmanın heyecan verici yanı geride kalmıştı, bir çıkmaza sürüklenmeye başlamıştım. Depresyon, kancalarını etime takmış beni çekiştiriyordu.

İçerisinde olduğum derin depresyonun en büyük kaynağı ise geçen bu kadar günün bir hafıza oyunu veya işkence sonrası travma olamayacağını bilsem de oyun olduğunu düşünmekte direneceğim kadar farklı olan hayatımdı. Bu hayata uyandığımda hala yaşıyor olan annemi yeniden kaybetmek, babamın neredeyse bambaşka bir insan olması ve bambaşka bir Iris'i tanımış olmak..

Hepsi, çok fazlaydı.

Annemi kaybetmekle mücadele edebilmiştim, babamı da okula gittiğim süre boyunca kendimden uzak tutabiliyor ve tanıdığım babamın aksine duygusal bir adam olması yüzünden annemin acısını yaşadığı süreç sayesinde benden uzak kalmasını sağlayabiliyordum. Ancak dış görünüşü birebir aynı olsa da ve bazen neredeyse eski Iris olduğunu düşündürecek kadar tanıdık hareketler sergilese de; Iris bambaşka bir Iris'ti.

Güzel, düzenli bir ilişkimin olduğu; beni seven bir Iris.

Daha ne isteyebilirdim ki? 

Bunu, 1970 yılında o soğuk hücrede gördüğü işkencenin izleri yüzünden kıvranan Calum'a sorsanız; onun için en büyük ödülün bu olacağını ve tek bir dilek hakkı olsa bunu tercih edeceğini söylerdi. Yaşamak bile değil, nerede ve ne zaman olursa olsun Iris'le olmak.

Oysa şimdi içinde bulunduğum durumu kabullenme sürecini bile tamamlayamadan inkar, kabullenme ve bilinmezlik aşamalarına yuvarlanmıştım. Onun, benden önce tanıdığı ve sevdiği Calum değildim; bunun bazen ona acı verdiğini ve ikimiz hakkında çocukluğumuzdan beri kurulu olan gerçekleri hatırlamadığımda neredeyse nefesini kesen bir sancıyla kıvrandığını görebiliyordum. Gözlerime tanımadığı -ki gerçekten de böyleydi- bir adama bakıyor gibi korkuyla bakıyor ve kahverengi gözlerinden geçip giden gölge beni mahvediyordu.

morning glory/ cthHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin