Merhaba! Bu gece yayınladığım ikinci bölüm ve biraz toparlamış olduğu için mutlu oluyorum aslında.Dediğim gibi biraz kısa kalıyor bölümler ama telafi edeceğim.Umarım beğenirsiniz,yorumlarınızı esirgemeyin.İyi okumalar,sizi seviyorum.
*
"Ne zaman bize katılmayı planlıyorsunuz?"
Michael'ın herkesin dönüp bize bakmasını sağlayacak şekilde bağırdığını farkedince "Ah şey"dedim,"Ben iyiyim böyle,teşekkür ederim"
"Ben de"
Şuan kalabalıktan dolayı nefes alamadığım bir oyun salonunda olmasam ve yanımda her an varlığını hatırlatan bir Calum Hood olmasa daha iyi olabilirdim.
Onunla benim gitar çalıp onun güzel sesiyle bana eşlik ettiği günden beri daha iyiydik,ne kadar kontrollü olduğumdan hiç emin olamasam da ona uzak davranmamaya çalışıyordum.Şuanda da Luke ve Grace'in artık bizden ayrı buluşmaya başladıkları günlerden biri olduğu için,bir oyun salonunda duvara yaslanmış asla ilgimizi çekmeyen şeyleri yapan Ashton ve Michael'ı izliyorduk.
"Oyun salonlarını çok severdi,neden böyle yapıyor anlamıyorum"
Ashton Michael'a benim hakkımda laf yetiştirirken oyun konsolunu kırmaya niyetli olduğu belli olacak kadar hızla çevirdi.Ben de ilgimi karamelli dondurmama yoğunlaştırmaya çalıştım ama kahverengi gözlerin her hareketimi izlediğini bilmek rahat hissettirmiyordu.Sonunda pes edip ona baktığımda suçüstü yakalanmış bir çocuk gibi etrafa bakınmaya başladı.
"Sen neden oynamıyorsun?"
Sorum karşısında bakışları hızla bana döndü.Göğsünde kavuşturduğu kollarını çözerken gülümsedi.Onunla sohbet etmeye çalıştığım için mutluydu ve bunu gizlemiyordu.
"Ben salon oyunlarını pek sevmem.Sen neden oynamıyorsun?""Neleri seversin peki?"
Benimle ilgili olan sorusunu duymazdan gelerek dondurmamın akmasını engellemek için bir hamle yapıp yeniden ona döndüm.
"Futbolu severim,çizgi romanları ve müziği "
Çok doğal bir şeyden bahsettiğini belli edercesine dudaklarını büzünce gülümsemekle yetindim.Futbolu ve müziği sevdiğini tabii ki biliyorum,demek istiyordum ama bunu bildiğimi düşünmek bile mideme kramplar girmesine neden oluyordu.Onda tanıdığım Calum'a dair bulduğum her şey kafamda başka bir acaba doğuruyor ve mıknatısın zıt kutuplarından biri ben diğeri de oymuş gibi beni ona itiyordu.Engel olmam gerektiğini bildiğim her şeye taviz veriyor,biraz ipleri elimden bıraktığım an tüm kontrolü kaybettiğimi göremiyordum.
Henüz.
"Baksana"Diliyle dolgun dudaklarını ıslatıp bana doğru eğildi,"Burdan kaçmaya ne dersin?"
Düşüncelerimden sıyrılıp ona döndüğümde meraklı gözlerle bana baktığını gördüm.Bana okuldan kaçmayı teklif ettiği zamanki gibi heyecanlı ve yasak bir şey yapmanın mutluluğunu taşıyordu yüzünde.Bu haline gülümsemeden edemedim.
"Nereye?"
Dudaklarına hınzır bir gülümseme yerleştirip makinelerin başındaki Ashton ve Michael'a baktı.Kendilerinden geçmiş şekilde oynuyorlardı ve kaybolsak farketmeyeceklerine ikimiz de emindik.Teniyle müthiş bir uyum içinde olan yeşil tişörtünün yakasını çekiştirdi ve köprücük kemiğinin üstünde,tişörtünün açıkta bıraktığı kollarında dövmelerini görememek garip hissetmemi sağladı.
"Seveceğin bir yere"
Cevabı karşısında gülümsemem yüzümde donup kalırken yutkunmaya çalıştım.Neyi sevip sevemeyeceğimizi bilemeyecek kadar küçük olduğumuz yaşlarda bile Calum benim neyi sevdiğimi bilirdi."Beni seviyorsun"derdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
morning glory/ cth
Fanfiction"uyanmak için zamana ihtiyacın var. bunu yapabileceğini biliyorsun, öyleyse yapabilirsin de. hikayen ne, sabah parıltısı?"