Selaam! Görüyorum ki yeni yeni okurlar kazanıyoruz! Bu yüzden gördükçe ithaf yapıyorum, gözümden kaçarsa da isteyebilirsiniz her zaman. Fazla konuşmayayım, iyi okumalarr!
Ps; Bu bölümü vakit ayırıp da kurguya baştan başlayan ve harika yorumlarıyla desteğini esirgemeyen tatlışıma ithaf ediyorum. Umarım beğenirsin, iyi ki geldin, iyi ki varsın!
"Sanki sol kaburgamın altında bir yerde bir ip varmış da bu ip senin kaburgana sımsıkı bir kördüğümle bağlanmış."
Charlotte Bronte, Jane Eyre'de bu on sekiz kelimelik cümleyi yazarken, yazdığı tarihten bu yana kaç aşkın bu cümleyle tanımlanacağını bilmiyordu. Yalnızca anlatmakta olduğu aşkı tanımlıyor ve oradaki aşkın portresini veriyordu okuyana.
Ama insan birini büyük bir tutkuyla sevdiğinde okuduğu her kitapta, aşkı anlatan her cümlede karşısına sevdiği insanın portresinin çıkması kaçınılmazdı. Bu yüzden bu cümle de, tarih boyunca yazılan diğer aşk cümleleri gibi herkesin kendi aşkını tanımlamak için kullandığı cümlelerden biri olup çıkmıştı. Öyle ki, Calum'la aramızdakini anlatmak için tek bir cümle kullanabilecek olsam, ben de bunu kullanırdım.
Charlotte yazarken kimi görüyordu, bilmiyordum; bunu 19. yüzyılın ilk yarısında, odasının penceresinin kenarında okuyan genç bir kadın kimi görüyordu, bilmiyordum; bunu çocukları uyurken okuyan bir adam kimi görüyordu ve gördüğü insan başka bir odada başka bir şey yapan karısı mıydı başkası mıydı, bilmiyordum.
Ama bu cümleyi okumak, 20. veya 21. yüzyıllardan hangisinde olduğu önemli olmaksızın, benim gözlerimin önüne yalnızca o kahverengi gözleri getiriyor kulaklarımda yalnızca onun neşeli kahkahası yankılanıyordu. Çünkü biliyordum ki ikimizin kaburgaları arasında uzanan ve yüzyıllar değişse de, çevremizdeki insanlar değişse de ve biz değişsek de kopmayan; yalnızca çok fazla uzayan, uzadıkça incelen -öyle ki ikimizden başka biri bunun kopmak olduğunu bile düşünebilirdi- ama asla kopmayan o ip, onu yeniden bana getirmişti.
"Ne düşünüyorsun öyle?"
Calum, saçlarımda gezinen parmaklarının hareketi devam ederken konuştuğunda bakışlarımı yüzüne kaldırdım. "Bir şey düşünmüyordum."dedim, çocukken tanıştığımız gün olduğu gibi kış güneşinin yansıdığı güzel yüzüne bakarken. O günkü gibi zaten kısık olan gözlerini daha çok kısarken başını kaldırıp Michael'a "Şu gözlüğünü versene."dedi ve cevabı beklemeden gözlüklerini aldı.
Siyah güneş gözlüklerini gözlerine takarken saçlarımdaki hareketi duran elleri yüzünden mırıldanıp dizindeki başımı hareket ettirdim. "Evet, ne konuşuyorduk?"
Gözlüklerinin düşmesini engellemek için burnundan yukarı ittirip bana baktığında büyük bir kahkaha attım. "Nereye baktığını göremeden seninle konuşamam!" dedim, elimi kaldırıp gözlüklerini indirirken. Yüzünü buruşturup güneşten hoşnutsuzluğunu belli ederken olması gerekenden çok daha güzeldi. Michael elimdeki güneş gözlüğünü geri alırken "Teşekkürler Iris."dedi ve okumakta olduğu çizgi romanına döndü.
"Biraz bizimle sohbet et, asosyal."dedim, Michael'ı uzanmakta olduğum yerden ayağımı uzatarak ittirirken. Huysuz bir çocuk gibi ayağımı geri itip ona sataşmamı önemsemeden gözlüklerini taktı ve çizgi romanını okumaya devam etti.
"Saçlarımın ne kadar güzel olduğundan bahsettiğiniz bir sohbete dahil olabilirim."dedi, çizgi romanının parlak kapağını kapatıp ellerinin üstünde arkasına yaslanırken. Calum başını iki yana sallayıp kulağıma eğilirken "Bugün matematik dersinden atıldı da."dedi.
Calum'ın yüzündeki hınzır gülüşten anladığım kadarıyla bunun saçlarıyla bir ilgisi olmalıydı. Yattığım yerden doğrulup okul gömleğimi düzeltirken "Neden atıldın asosyal?"diye sordum. Yeşil saçlarını karıştırırken "Hala saçlarımın güzelliğinden bahsetmiyoruz."dedi ve bakışlarını okul bahçesinde gezdirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
morning glory/ cth
Fanfiction"uyanmak için zamana ihtiyacın var. bunu yapabileceğini biliyorsun, öyleyse yapabilirsin de. hikayen ne, sabah parıltısı?"