mimosa

386 51 189
                                    

Merhaba! Biraz gecikti, farkındayım ve üzgünüm bunun için. Kafamda kurguyla ilgili ve kişisel olarak oturtmam gereken şeyler vardı ve kendime biraz zaman tanıdım.  Şuan her şey daha iyi ve umarım kurgu için de öyle olur. Tüm kıymetli yorumlarınız ve mesajlarınız için çok teşekkür ederim, iyi okumalar, sizi çok seviyorumm :")

*

Gözlerimi sıkıca kapatıp oksijen maskesinin içinde nefes almaya çalıştım. Annemin telaşlı temaslarını avcumda hissediyordum, babamın koşuşturmamak için kendini dizginleyen adımlarını ve Calum'un pişmanlık dolu bakışlarını..Etrafımda bu kadar çok insan varken nasıl kafamdaki gürültüyü bastırabileceğimi bilmiyordum.

Odadaki sessizlik insanı bir şeyler söylemeye davet eden türden değildi, herkesi bu sükuneti sürdürmeye ikna edecek türdendi.

Benim ihtiyacım olan da tam olarak buydu. Dış dünyada ve kafamın içinde. Beni korkutan ikinciydi.

Calum'un gidişinin ardından ilk doğumgünümde onsuzluğun acısını en yoğun şekilde hissettiğim o anda o lunaparka koşmuştum. Onun çocukluğumuzda yaptığı gibi, belki ondan çok daha beceriksizce ve zorlanarak da olsa, o dönme dolaba tırmanmış ve ikimizin isminin kazılı olduğu yere ulaşmıştım. Babamın küçük ev işleri için kullandığı çakısıyla onun ismini kazırken nasıl ağladığımı, ismimin onun ismi olmadan nasıl yavan gözüktüğünü düşündüğümü hala dün gibi hatırlıyorum.

Beklediğim şey buydu. 2020 yılında bıraktığım şey.

Ama 1995 yılında bulduğum şey, ikimizin adının sanki daha dün oraya birlikte kazımışız gibi orada durmasıydı.

Üstünde tek bir çizik olmadan.

Ne onun isminin, ne o demirin.

Parmaklarımı soğuk demirde gezdirirken baştan aşağı nasıl titrediğimi hatırlıyorum. Öyle ki, yanımda dikilen ve her hareketimi takip eden kahverengi gözleri de, sahibini de o kendini hatırlatana kadar unutmuştum. Önce sırtıma değen uzun parmaklarını hissettim, sonra iyi olup olmadığıma dair mırıldandığı birkaç şeyi boğuklaşan seslerin arasından zar zor seçebildim.

"İyiyim"demiştim, sesimi zar zor bulabildiğimde. Bakışlarımı beyaz paslı demirden yanımdaki kahverengi gözlere çevirdiğimde, dağılmış yüzüyle karşılaşmıştım. Ağzını defalarca kez açıp, bir şey söyleyemediğini anımsıyorum, ağlamaya başladığımı ve olduğum yere çöktüğümde ne yapacağını bilemeden paniklemesini.

Gerisi bulanıktı. Belirsizdi.

Tuttuğum nefesim havaya karıştıktan sonra yeni bir nefes alamadım.

Onun yokluğunda ilk zamanlar tüm vaktimi harcadığım; günler haftaları, haftalar ayları kovaladıkça ziyaretlerimin seyrekleştiği o eski ve kullanılmayan lunaparkta; onun kollarının arasına yığılıp kaldım. Gördüğüm son şeyin telaşlı kahverengi gözler olduğunu ve ellerimin nasıl uyuştuğunu hatırlıyorum.

"Tatlım, nasıl hissediyorsun?"

Annem sessizliği bozunca gözlerimi araladım. Mavi hastane duvarından bakışlarımı çekmek istemiyordum. Calum'u görmek istemiyordum. Neden onunla oraya gitmiştim ki?

Annem cevap alamayınca yatağımın yanındaki sandalyeden doğrulup görüş açıma girmeye çalıştı. Alnıma düşen buklelerimi ittirirken yorgun görünüyordu. 

"Biraz dinlenmek istediğini biliyorum.  Uçuk pembe rujunu sürdüğü dudakları bir tebessümle kıvrıldı.

"Ama arkadaşın seni buraya kadar getirdi ve hiç buradan ayrılmadı."

morning glory/ cthHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin