Tiyatro perdeleri kapanmıştı. Şimdi ise geride oyun hakkındaki yorumların oluşturduğu uğultular, alkış ve ıslık sesleri, koltuklardan kalkmak için çabalayan insanların yarattığı kalabalık, oyun boyunca uyuyan insanların bıkkın sesleri ve sonradan sahneyi karanlığa boğacak olan ışıklar kalmıştı. Özgür kalabalığı izlerken öylece koltukta oturuyordu. Oyunun sonundaki konuşma canlandı beyninin içinde.
" Elbette zihnimizin derinlerinde karanlık düşüncelerimizi barındırdığımız bir köşemiz mevcuttur. John gibi insanların karanlık tarafları bastırılırken, Will gibi insanların ki atağa geçmek için açık bir alan kolluyordur. Bu durumda tiyatromuzun başrollerinin temsil ettiği etik rolleri anlamışsınızdır. İzleyiciler olarak, bir karakterin düşüncelerini ve eylemlerini doğrularken, diğerinin düşüncelerini ve eylemlerini yanlış bulmuşsunuzdur. Karakterler sizin yansımanızdan oluşan bir tiyatrodan ibaretti. Zaman ayırdığınız için teşekkürler!" demişti konuşmacı...
Kalabalıktan bir kadın seçti. Sarı, bukle bukle saçları, çiçekli bir elbisesi ve gülümseyerek bir şeyler anlatmaktan memnuniyet duyan bir suratı vardı. İçinden yorum yaptı "Az önce sahnede olan onca kaostan haberi yok gibi... Aptal gülümsemesi sinir bozucu. Elit ve kültürlü gözükmeye çalışan birini andırıyor. Bu kadına John gibi diyemem. Baştan aşağıya aptal gözüküyor. Will gibi olmadığı ise aşikar. Aptal insan aptaldır." Gözlerini telefonuna götürüp derin bir iç çekti. Yakın dostu olan Selçuk'u aradı "Alo, işim bitti bara gidecek miyiz?" Selçuk heyecanlı bir ses tonuyla cevap verdi "Evet, tabi! Konum at seni almaya geliyorum." Özgür konumunu atarak telefonu kapattı. Geçen süre içinde salonda tek tük insan kalmıştı. Kulaklığını takıp salonu bir dahaki oyuna dek terk etti.
Dışarıda hafif yağmur çiseliyordu. Sokak lambalarının etrafında oluşan sis, yanda bulunan işletmelerin üstündeki uçuşan tozların apaçık görünmesini sağlıyordu. Ayak ucuna doğru baktı, her zamanki gibi yerde sigara izmaritleri ve asla ne olduğunu anlayamayacağı lekeler vardı. Önüne doğru yaklaşan araba farını fark ettiğinde kulaklığını çıkardı. Arabaya bindi. Selçuk birkaç yıldır konuştuğu tek arkadaşı sayılabilirdi. Açık kumral ve düz saçları, kahverengi gözleri, tıknaz vücudu, ek olarak kendine özgü bir pozitifliğe sahipti. Selçuk gülümsedi "Alkoller senden!" arabayı çalıştırdı ve sürmeye başladı. Özgür arabanın camına vuran su damlalarını seyrederken "Sen John gibisin."dedi. " Ne gibiyim?" Özgür gülümsedi " Tiyatro... John senin gibiydi. Başına ne gelirse gelsin hiç şiddet uygulamadı. Hep bir şeylerin yoluna gireceğine emindi. Katolik, sert ve disiplinli bir aileden gelmesine rağmen karanlık düşüncelere hiç kapılmadı. İyiliği seviyordu. Kötü olabilme şansı vardı... kötü olup güçlü olabilme şansı vardı ama reddetti. Onun için merhametli olmak her zaman daha önemliydi." Selçuk göz ucuyla Özgür'e baktı " Alkoller senden dediğim için az önce beni övdün mü? Kaçarın yok, zengin olan sensin!" dedi. Özgür cevap vermedi, arabanın içi sessizliğe gömüldü. Selçuk Özgür'ün ne demek istediğini az çok anlamıştı. İnsanları değerlendirip onlara kalıp biçmeyi seviyordu Özgür, açık olmak gerekirse çok iyi bir gözlemciydi. Selçuk anlamamış değildi ama Özgürle bu tür felsefi konularda konuşmayı sevmiyordu. Kafasının içinde neler döndüğünü bilmek istemiyordu. İlk ve son ciddi konuşmalarını hatırladı...
"Azla yetinmeyi seviyorum!" demişti Selçuk birasını açarken. Özgür'ün tuhaf bakışlarını ilk defa o gün görmüştü. Normalde kahkaha atar, kadınlar hakkında konuşur, bazen böbürlenir bazense sus pus otururdu. Özgür zayıf bedenini koltuğa yaslamış, karman çorman olan kahverengi saçlarını geriye atmış, donuk bir ifadeyle Selçuk'un birasına bakıyordu. Yeşil gözlerinde bir ceset saklıyormuş hissi yaratıyordu. Çenesi kasılmış "Ne kadar az?" diye sormuştu ardından. Sesindeki aşağılayıcı ton Selçuk'u germeye yetmişti. Ansızın, söyleyeceği her şeyi tartmaya başlamıştı. Ellerini biradan çekti " Yani evim var, arabam da var. Yiyecek alacak param var. Daha fazlasına ihtiyacım yok, o anlamda söyledim." Ortamı yumuşatmak için söyledikleri sadece ortamın anlamsız gerginliğine garip, sessiz bir atmosfer katmıştı. Özgür gözlerini onun gözlerine dikti " Neden daha fazlası olmasın? Neden sigara kokan küçük çöplüğünde değil de insan olduğunu hissedebileceğin bir yerde yaşamıyorsun, neden külüstür arabanda değil de güvenli hissedeceğin bir arabada yolculuk yapmıyorsun ve neden zar zor yetiştirdiğin boktan maaşın yerine düzgün bir maaş almıyorsun? Yeter dediğin şeyin yetmediğinin farkında değil misin yoksa? Bir kadını akşam yemeğine çıkarmak için gün boyunca paranı kısıtlayıp, biriktirdiğini bilmiyor muyum?" diyerek duygudan yoksun bir gülümseme yerleştirmişti suratına. Sonra ise hiçbir şey olmamış gibi kendi önündeki birayı yudumlayıp " Dünkü kızı gördün mü? Sanırım senden hoşlanıyor." diye eklemişti.Barın önüne geldiklerinde arabayı boş olan herhangi bir yere park etti ve indiler. Çoğunlukla geldikleri bir yerdi. Bir yerin müdavimi olduğunuzda o yerde o kadar saygı görürdünüz ayrıca güvenlik görevlisi sürekli kimlik istemek zorunda kalmazdı. İçeriye girdiler, ışığın loşluğu ve gürültü her attıkları adımda daha çok yükseliyordu. İkisi bu hissi seviyordu. Özgür hep "Barlar özgüven depolama merkezidir. Ne kadar utangaç olursanız olun içeri girdikten birkaç dakika sonra dünyayı yarattığınızı düşünür ve kendinizi ana bırakırsınız." derdi. Selçuk'la bir masaya geçtiler ve iki duble viski istediler. Özgür, sigarasını yakıp Selçuk'a baktı. Selçuk omuzlarını çalan şarkıya göre sallandırırken " Otuzlarına dayanmış bir adam dans etmek üzere mi?" diye sordu. İkisi de gülmeden edemedi.
Özgür etrafı süzerken bir noktaya takıldı. Kendini müzik seslerinden ve kalabalıktan soyutlamış gibi gözüken bir kadın gördü. Bulunduğu masada tepkisiz şekilde oturuyordu. Omzuna çarpan insanların ya da etrafında olup bitenlerin farkında değilmiş gibiydi. Küt siyah saçları önüne düşmüş, zayıf bedeni hareketsizdi. Selçuk'u dürttü "Onu görüyor musun?" Selçuk etrafa baktı "Kimi görüyor muyum?" "Kadını. Bak orada, saçları önüne düşmüş olan kadın." Selçuk gözlerini kısıp Özgür'ün gösterdiği noktayı süzdü. Biraz inceledikten sonra kimi gösterdiğini fark etti "Evet görüyorum. Sence uyuya mı kaldı?" Özgür kaşlarını çattı " Böyle bir gürültüde mi?" "Belki de, bilmiyorum. Bayılmış gibi gözüküyor." Özgür viskisini yudumladı ve Selçuk'un omzunu sıktı " Gidip bakacağım. Bekle burada." Selçuk'un bir şey demesini beklemeden masadan kalktı.
Kadına yaklaştıkça daha iyi görüyordu. Etrafında çarpışan insanları geçip kadının yanına geldiğinde ne yapacağını bilemedi. Öksürdü " Uyuyor musun?" Gözlerini sıkıca kapattı "Ne aptalca soruydu bu." Elini kadının omzuna ürkekçe koydu ve sıktı. Tepki vermediğini gördüğünde korktu ve kadını yavaşça sarstı. Kadında bir kıpraşma olduğunda heyecanlandı ve elini çekti. Bir ölünün hayata dönüşüne şahitlik ediyor gibi hissetti. Kadın kafasını kaldırıp Özgür'e baktı. Kadının suratı pürüzsüzdü, ışıldayan büyük ela gözleri capcanlıydı. Şaşkınlıkla kadının suratına daha dikkatli baktı. Anlamsız, tuhaf bir çekiciliğe kapılmış gibi hissetti. Boşluğun içine atlamış, beynine bir uyuşturucu sızıyor, bedeni zincirleniyormuş ve kanı çekiliyormuş gibi... gözlerini farklı bir noktaya götürdü. Ona bakmak istemedi ama çoktan anlayamadığı bir parçasını teslim etmiş kadar stresliydi. Yavaşça nefes aldı. Kadına tekrar baktığında gözlerindeki tuhaf yansımayı anımsadı, fark etti. Gözlerinde saklı olan tanıdık bir şeyler vardı, bir delinin gözleri gibiydi, bir avcının pençeleri gibi...
Kadın tıksırıp ışıl ışıl parlayan gözlerini kıstı " İsmim Yaren. Senin ismin ne?"

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Pençe
Misteri / ThrillerÖzgür adında tiyatro düşkünü bir adam barda kendine benzettiği bir kadınla tanışır. Özgür'ün dostu Selçuk ise sıradan bir polis memurudur, disiplinli bir dedektifle tanışmasından sonra sarsıcı bir seri cinayet vakasına atanır. Kimliği belirsiz seri...