9. Bölüm

42 4 2
                                    

Özgür gözlerini tiyatro afişlerinde gezdirdi. Uzun süredir afişlerin önünde duruyordu. Tiyatro izlemeye epeydir gitmemesine rağmen pek bir hevesi yoktu ama içindeki pişmanlık hissi onu afişlere kadar getirmişti. Tiyatro izlemeye devam etmezse kendine büyük bir saygısızlık yapacakmış gibi hissediyordu. Çocukluğundan beri tiyatro izlemeye bayılırdı, tıpkı bir bağımlı gibi. Şimdi girmezse kendi özüne saygısızlık edecekti. Belki bunun yerine kitap okurum, dedi içinden kendini telkin edercesine. Afişlere arkasını döndü ve derin bir iç çekti. Evet, kitap okurum. Belki bugün değil ama sonra izlerim oyunları. Kendi kendine verdiği telkini kafasının içinde tekrar ederek yavaşça uzaklaştı oradan. Kafasını aşağı eğdi, dağınık saçları alnına düştü. Sağ eliyle geriye attı saçlarını fakat pekte itaatkar davranmadılar, tekrar alnına serpildiler. Uzun zamandır saçlarını kestirmeye gitmiyordu. Bir kuaför bulsam iyi olur, kafasını dükkanları görebileceği şekilde kaldırdı. Bu sokak oldukça işlek ve kalabalıktı. İşten çıkan tonlarca insan köşe kenarlardaki kafelerde karınlarını doyurur, okuldan çıkan, giden veya kaçan öğrenciler karmaşık sokakta dolaşır, kuytu bir yerde sigara içerlerdi. Sokak boyu dizilmiş sıra sıra dükkan vardı. Hepsi birbiriyle neredeyse iç içeydi. Takı satan bir dükkanın yanında kahvehane, kahvehanenin yanında kıyafet satışı yapmaya çalışan esnaflar, esnafların hemen dibinde bir plak dükkanı. Ne kadar alakasız şey varsa yan yana dizilmiş, ne bu telaş, kimse de bu sıkışık karmaşanın hesabını sormuyor. Düşüncelerine sıkışmışken ufak bir berber gördü. Bu koca kargaşanın içinde öylesine küçük duruyordu ki dikkatsiz olsaydı orayı fark edemezdi bile. Ellerini eşofmanının cebine sokup berbere girdi. Oldukça serin ve küçük bir yerdi, sol duvarda üç tane sertifika asılıydı, ödeme yapmak için ufak bir bölme ve dört tane ayna karşısında kuaför koltuğu vardı. İçeride siyah saçları geriye doğru spreylenmiş, sakalsız, yapılı bir adam, bir de sekiz dokuz yaşlarında ufak tefek, elinde paspas tutan, yorgunluğu gözlerine yansımış bir çocuktan başka biri yoktu. Çocuktan hızlıca gözlerini ayırıp adama baktı. Ona acımıştı. Adam gülümseyerek aynanın karşısındaki uzun kuaför koltuğunu işaret etti " Hoşgeldiniz, buyurun geçin." Özgür adamın işaret ettiği koltuğa oturdu. Koltuk oldukça soğuk olduğundan bir saniyeliğine tüyleri ürperdi. Aynadaki yansımasına bakarken arkasına geçen berber nezaketini bozmadı "Kesim mi olacak?" Özgür bu dengesiz serinlikten dolayı oluşan ağız kuruluğundan kurtulmak istercesine yutkunup "Evet, çok kısa değil, sadece saçlarım alnıma düşmeyecek şekilde kısalsa yeter." dedi. Berber aynalı masanın yanında duran çekmeceyi açıp makas aldı. Makas küçük ve parlaktı. Özgür, makastan rahatsız oldu ve parmak uçlarını koltuğa bastırdı. Berber, makası işaret parmağıyla orta parmağının arasına sıkıştırıp gözleriyle masada bir şeyler aradı. En sonunda gözleri bir yerde sabitlendiğinde ne aradığını ve bulduğunu merak eden Özgür, adamın elini götürdüğü yere baktı. Mavi bir sprey şişesiydi. Makası parmaklarının arasına iyice sıkıştırıp spreyi Özgür'ün saçlarına sıktı. Özgür gözlerini kapattı, ah, su. Saçlarımı spreylemeye kalkışmamış. Sıkıntıyla gözlerini açıp aynadan makas darbelerini seyretmeye başladı. Ordan oraya geçen ve saçlarını zahmetsizce yere serpen makas darbeleri dengesiz ve hızlı olduğundan ürpertisini bastıramadı. Algısını bozabilecek ufacık bir tehdit unsuru gibiydi. Kalp ritmi değişti, vücut ısısı arttı, midesine ufak kramplar girmeye başladı. Makasın çıkardığı ses ve keskin ucunun dengesizce kafasında kayıp durması Özgür'ü sebepsiz yere tedirgin etmişti. Parmakları hala koltuğu sıkıca tutuyordu. Makasın sesi ve hareketleri ise durmadan devam ediyordu. Beni öldürecek. Makası kulağıma saplayacak. Hayır, öyle olmayacak. Rahatsız oluyorum. Yapma! Özgür hışımla koltuğu geri itti ve adamın elindeki makasa vurdu. Makas yerleri süpüren çocuğun kolunu sıyırıp yere düştü. Çocuk ve adam korkuyla Özgür'e bakarlarken, Özgür nefes alış verişini düzene sokmaya çalışıyordu. Yutkundu "Müşterilerine böyle mi davranıyorsun sen..." adam hatasını telafi etmek istercesine "Bir kusur mu işledim?" dedi korkuyla. Özgür titriyor ve az önce neden böylesine büyük bir paranoya yarattığını anlamaya çalışıyordu. Ölümle ilgili çok mu düşünüyorum? Şu resimden sonra her şeyi berbat bir akışta sorgulamaya ve farklı bakmaya başladım. Deliriyor olabilir miyim düşünmekten ötürü? Mantıklı davranmaktan çok uzaktı. O makas, kafamı ve kulaklarımı delip geçecek sandım... derin derin soluklanmaya çalışırken paspas tutan çocuğa gözleri kaydı. Çocuğun sol kolunda ufak bir yara açılmıştı, kanıyordu. Çocuk bunu henüz fark etmiş gibi değildi. İri gözleriyle tedirgince Özgür'ü süzüyordu. Özgür dudaklarını birbirine bastırıp doğruldu çöküverdiği yerden. "Özür dilerim, bu aralar yoğun stres altındayım." dedi sesini alçaltarak. Adam, Özgür'ü rahatlatmak ve konuyu kapatmak için "Sorun değil, olur öyle. Kesime devam edecek miyim?" diyerek geçiştirdi. Özgür ise koltuğa geri oturdu. Adam makası almak için çocuğa döndüğünde yarayı fark etti. Çocukta ancak o zaman hissetmişti kolunun acısını. Korkuyla paspası elinden düşürüp sessizce ağlamaya başladı. Özgür, çocuğa aynadan göz ucuyla baktı, aslında yara derin bile değil, ufak tefek çocukları işe alırsanız böyle olur. Belki o anki korkuyla daha sert vursaydım evet, işte o zaman sorun olabilirdi. Ağlak küçük çocuklar. Sinirlerim geriliyor, bir yanda makası düzgün ve nazik kullanmaktan aciz berber, hemen yanında ise taşıdığı temizlik robotu. Ne büyük trajedi. O makas ödümü kopardı ama düzgün bir şekilde af bile dilemedi. Şimdi ise temizlik robotunu sakinleştirmeye çalışıyor. Keşke biraz daha kuvvetli itseydim. Belki kemiğine kadar saplanırdı ve böylece robotu bozardım. Nezaketten anlamayan insanlar, hepsi kıyma makinesinden geçirilmeyi hak ediyor.
Selçuk günlerdir oradan oraya koşuşturuyordu, tempo o kadar ağır ve hızlıydı ki kısa bir süre içinde tüm bu işkenceye ayak uydurmuş, uydurmak zorunda kalmıştı. Ufak bir restorana ancak girebilmişti. Yemeğini beklerken oldukça sabırsızdı. Küçük olan restoranda üç tane garson vardı ve her biri herhangi bir masaya yemek götürecek gibi olduğunda gözleri garsonlara takılıyor ve içinden benim yemeğim mi? O zaman bu benimkidir, bu da mı değil, diye mızmızlanıyordu. Birkaç dakika sonra yemeği önüne geldiğinde gözleri parladı. Koca tabağa heyecanla baktı ve garsona içinden binlerce kez teşekkür etti. Pilav ve kuru fasulyeye binlerce kez şükürler olsun. Yemeklere binlerce kez şükürler olsun!
Yemeğini bitirdikten sonra karnını tutup geriye yaslandı. Enerjisi toparlanmaya başladığı için hem seviniyor hem de üzülüyordu. Durmadan ipuçlarını takip etmek, kamera kayıtlarını sorgulamak, cinayetleri birbirinden ayırmak, insanları sorgu altına almak, adli tıptaki raporları incelemek, kurban tiplemelerini ezberlemek, belgeleri aklına kazımak tüm gününü alıyordu. Dört beş saat ancak uyku uyuyabiliyor ve yemek yemeye zamanı kısıtlı oluyordu. Bütün bu yoğunluğun içindeyken ellerine birkaç şey geçtiğinde heyecandan yerinde duramaz hale geliyordu. Kerem haklıydı, ufacık bir kırıntı bile çok önemliydi. Hem iş arkadaşlarının ve kendinin akıl sağlığını olumlu manada etkiliyor hem de biriktirip parçaları birleştirmek adına yeni bir kare ortaya çıkıyordu. Hafızasını tazelemek adına her şeyi zihninde kendi kendine teyit etti, ilk kurban erkek, bulunan ipucu kemik testeresi kullanması, herhangi bir iz ardında bırakmadı bunun olası sebebi kurbanı bir hafta gibi uzun bir sürede öldürüp hazırlaması ve farklı bir yere taşımasıydı, kamera kayıtlarında çalıntı bir araç ya da şüpheli bir davranış yoktu, tahminimizce gözlem yapamadığımız gecekondularda saklandı ya da oradan yürüdü, baktığımız gecekondu mahallelerinin hiçbirisinde ipucu bulamadık. İkinci kurban erkek, öldürme yöntemi aynıydı, kemik testeresi. Bu sefer kafatasını parçalamıştı. Bir ipucu bulunamadı, üç günlük bir cesetti, kamera kayıtlarına bir şey yakalanmadı, kurbanın bırakıldığı yer yine gecekondulara yakın bir mesafedeydi. Bu sebepten ötürü gecekondu mahallelerinin girişine kamera sistemleri takılmaya başlan. Üçüncü kurban, erkek. Gelişme kaydedildi, katilin ayakkabı numarası otuz sekiz. Ayakkabı bir markaya ait olmadığından, her pazarda satılan kaçak ya da üretim yeri belirsiz olan bir yere ait olduğu için henüz satın alınma sayısını ve satın aldığı yeri saptayamadık ama elimize geçen şey marka takıntısı olmadığı yada lüks yerlerden giyinmediği oldu. Her normal insan gibi gözüktüğü aşikar. Üçüncü kurbanı öldürme şekli diğerleri gibi özenli değildi. Hemen öldürüp gidivermişti sanki. Tek farkı alnına bıçakla çizmiş olduğu çarpı işaretiydi. Maalesef hala araştırılıyor... keşke bu çile hemen bitse ve Özgürle bara gidip eğlenebilsem. Selçuk, kaşları çatık halde beynini tazelerken telefonunun sesiyle kendine geldi. Kerem arıyordu. "Alo, Kerem?" Kerem'in sesi boğuktu "Neredesin sen Selçuk?" Kabahat işlemiş gibi hissedip masaya ödemesi gereken ücreti bıraktı ve koşar adımlarla restorandan çıkıp arabasına bindi "Yemek molamdı, hemen geliyorum." Kerem iç çekti "Karakoldan uzakta bir yerdesin değil mi, beş dakikaya burada ol." Selçuk utançtan kıpkırmızı kesildi ve arabayı çalıştırdı "Tamam, beş dakika!" Beyinden sakat kafam benim, çok fena azar yiyeceğim şimdi!
Karakola vardığında koşarak üst kata çıktı ve Keremle çalıştığı odaya çat kapı girdi. Soluk soluğayken onu ne kadar azarlayacağını görmek adına Kerem'e pişmanlıkla baktı. Kerem'i, kıvırcık saçlarının önüne düşmesini engellemek adına taktığı taç ve sandalyede iki büklüm kambur kalmış bedeniyle gördüğünde pişmanlığı yerini biraz rahatlamaya bıraktı. Epey zamandır dikkat ediyordu. Kerem stresli olduğu vakit terlediğini fark etmiyor bu yüzden yüzü ve saçları damla damla ter akıtırken saçlarını yüzünden çekmeyi akıl edemiyordu aynı zamanda stresli olduğunda oturamazdı, küçücük ofisin içinde binlerce kez döner, kahve koyar, oturur ve koyduğu kahveden iki yudum alır sonra içmeyi unutup tekrar ofisin içinde deli gibi dönmeye devam ederdi. Taç takmayı ve oturmayı akıl edebilmişse kötü bir şey olmamıştı. Kerem kaşlarını çatıp "Neyi inceliyorsun sen?" dediğinde Selçuk ofis kapısını kapatıp kendi masasına geçti "Hiç, taç yakışmış." Kerem kendi masasının küçük çekmecesinden mavi bir dosya alıp Selçuk'un masasına fırlattı "Gecekondu mahallelerini sıkı fıkıya kontrol ediyoruz. Bence bu sefer biraz feleğini şaşırdı." Selçuk masasına aniden gelen dosyayı açıp içine baktı. On günlük kamera kayıtlarının olduğu bir disk, üçüncü kurbanın alınına kazınan çarpı işareti ve ayakkabı detayları vardı dosyanın içinde. Selçuk diski şeffaf bölmeden çıkartıp "Bu neyin kaydı?" diye sordu merakla. Kerem tacını biraz daha geriye ittirip ayağa kalktı. Gözleriyle bir şeyler aradığı belliydi fakat küçük ofis öylesine dağınık ve düzensizdi ki bulmakta epey zorlanıyordu. Belli belirsiz gözüken ufak masanın arkasını yokladı eliyle sonra aradığı şeye ulaştığını fark edip bir kağıt çıkardı, Selçuk'un masasının yanına kendi sandalyesini çekip oturdu ve kağıdı açtı "Bu neyin krokisi biliyor musun?" dedi ardından. Selçuk dikkatlice kağıda baktı. Düşük bütçeyle yaratılmış bir navigasyonu andırıyordu fakat tanıdık şeylerdi bunlar. Üç kurbanında bulunduğu yerlerdi. Olay yerleri ne birbirine çok uzak ne de çok yakındı. Kırmızı bir kalemle yuvarlağın içine alınmış yerler birleştirilmeye kalkışılırsa ortaya oldukça yamuk ve alakasız bir üçgen çıkıyordu. Selçuk, Kerem'e döndü "Olay yerlerinin uzaklığı önemli evet, anlamadım bunu zaten biliyoruz. Farklı olan ne?" Kerem hevesi kursağında kalmışçasına iş arkadaşına baktı. Selçuk bu bakışlardan rahatsız olmuştu çünkü bir aptala bakıyormuşçasına bakıyordu. Kerem ses tonunu yumuşatıp krokiyi sakince eliyle gösterdi "Bak buraya." dedi işaret parmağıyla bir gecekondu mahallesini işaret ederek "Bak, bu yamuk üçgene bak şimdi." diye devam etti ardından sakin kalmak için çabalarcasına. Selçuk eliyle gösterdiği gecekondu mahallesine baktı sonra da yamuk üçgene. Bir yıldırım çarpmışçasına kendine geldi ve yüzü kasıldı "Ortada!" diye bağırdı hemen sonra, öylesine heyecanlanmıştı ki ses tonunu kontrol altında tutamadı. Olay yerleri biraz dengeli ve yakınmış gibi varsayıldığında Kerem'in gösterdiği mahalle neredeyse üç yere de yakın bir uzaklığa varıyordu. O mahalleden bu üç yere de gitmek kolay ve daha az riskliydi. Kerem, Selçuk'un ensesine vurdu "Koca adamsın sen, geliştir şu kafanı!" Selçuk acıyla ensesini tutup "Bana el kol yapma." dedi memnuniyetsiz bir dille. Diski eline alıp "Bu mahallenin kamera kayıtları mı?" diye sordu sonra, teyit etmek istiyordu. Kerem ayağa kalkıp kahve makinesine yürüdü "Evet, her on günde bir disk almaya gideceğim. Sen de kayıtları incele en ufak detayına kadar, sonra not tut. Eğer bir saklanma ini varsa bu mahalleden daha güzel bir in olamaz. Eğer doğru adımlar atıyorsak köşeye kedi gibi sıkıştı bile." Selçuk diski avucunun içine alıp elini sıkı sıkı yumdu. Kaçırdığın tüm uykularımın, öldürdüğün insanların, tehlikeye sokmak istediğin hayatların hesabını bizzat ben soracağım sana orospu çocuğu. Bu sefer elimize düşeceksin, hayatın kapalı bir kuş kafesinde, kokuşmuş yemeklerle, sopalarla geçecek ve ben yumuşacık yatağımda rahatça uyuyor, arkadaşlarımla günümü gün ediyor olacağım.

PençeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin