2. Bölüm

93 6 0
                                        

Selçuk on dakikadır karşısında olanları anlamaya çalışıyordu. Kadının uyumadığı ya da ölmediği aşikardı. Masaya alkollerin ücretini bırakıp onların olduğu tarafa doğru yöneldi. Ne halt yiyorsun Özgür... onlara yaklaştığında konuşmadıklarını fark etti. Kadın ellerini masaya koymuş, Özgür'e bakıyordu. Özgür ise put gibi karşısında dikiliyordu. Tanışıyorlar mı... diye düşündü. "Özgür!" Kadın Selçuk'un sesini duyduğunda ona doğru baktı ve ellerini masadan çekti.
Özgür kafasını çevirdi. "Selçuk... ah pardon. Geliyorum." Biraz ötede olan arkadaşını süzdü kadın. "İsmin Özgür ha? Şu tıknaz ve kısa olan da Selçuk sanırım. Tanıştırmayacak mısın?" Özgür böylesine cüretkâr bir tavır karışısında kızarıp bozardı" Evet ismim Özgür. Hanımefendi üzgünüm ama sanırım sarhoşsunuz. İyi olmanıza sevindim. Gitmem gerek." Kadın ilgisizce esnedi ve kafasını farklı bir yöne çevirdi. Özgür ne yapacağını bilemez bir vaziyette kadının kafasını çevirdiği yöne doğru baktı. " Gitmen gerekmiyor muydu? Ördek gibi bir işaret aramaya çalışıyorsun. Oyun oynayacak vaktin olduğunu düşünmeye başlayacağım... eğer gitmezsen." dedi kadın. Özgür kafasını Selçuk'tan yana çevirip utanç içerisinde arkadaşına baktı "Tabi, gidiyorum." Kadının yanından uzaklaştıkça geri adım atmak istiyordu ama yapmadı. Selçuk'un şaşkın bakışlarını yakaladı " Selçuk gidelim." "Ne? Daha yeni geldik!" Özgür sessiz bir ses tonuyla cevap verdi " Yarın tekrar geliriz ama lütfen şimdi gidelim." Selçuk kafasını salladı ve arkasındaki kadına baktı fakat kadın artık orada değildi.

Telefonun tiz sesiyle uyandı Selçuk. Homurdanarak açtı "Alo?" "Alo, Selçuk karakola bekleniyorsun ve bir kez daha telefonu meşgule atarsan Gürkan Amir telefonu meşgule atacak bir kolunun artık olmayacağını iletti." Gözlerini fal taşı gibi açıp telefonun ekranına baktı ve sessizce küfretti "Tamam, geliyorum yoldayım." Telefonu yatağına atıp olabildiğince hızlı şekilde üniformasını giydi. Banyosuna doğru koştu ve tarağı aldı. Saçlarının birbirine girdiğini ve her tarak darbesinde İtalyan filmlerindeki çirkin, itici adamlara daha çok benzediğini düşündü. "Hay anasını.." diyerek homurdandı. Tamam daha fazla çirkinleşmeye başlamadan önce saçlarımı taramaya çalışmayı sonlandırmalıyım.
"Amirim!" dedi kapıyı delicesine tıklarken. Kapının ardından "Girebilirsin." sesi geldiğinde çok fazla fırça yememeyi umarak kapıyı açtı. Küçük odanın içindeki sertifika ve çoktan soğumuş, masanın üzerinde duran kahveye baktı. " Dün çok yoğun geçti sanırım Selçuk?" diyerek masanın üzerindeki kahveyi yudumladı Gürkan. Sesindeki iğneleme insanı utandırmaya yeter de artardı bile. Selçuk kafasını önüne eğdi " Kusura bakmayın. Bir daha olmaz amirim." amir avuç içiyle yüzünü kaşıdı " Şu kahveyi mutfağa götür ve sonra yanıma gel. Bu gün hepimizin iştahı kaçacak." Selçuk kafasını salladı ve masanın üzerindeki kahveyi alıp odadan çıktı. Bardağın dışı buz gibiydi. İştahını kaçıran şeyin dünden kalma bir kahve içmek olduğunu düşünüyorum.
Amirin küçük ofisinde kendisiyle beraber dört polis görevlisi ve iki tane dedektif olduğunu gördüğünde iştahının gerçekten kaçma potansiyeli olduğunu doğruladı Selçuk. Gürkan ayağa kalkıp yan tarafta bulunan dosyayı aldı ve masaya koydu. "Bir cinayet vakası. Şimdilik pek bir delil yok gibi gözükse bile laboratuvardan çıkacak sonuçları bekliyoruz." Dosyayı açıp içerisindeki fotoğrafları gösterdi. Şişman bir adam vardı fotoğrafta. Gözleri yuvalarından çıkmıştı ve adamın kafasının üstüne koyulmuştu, çenesi kırılmıştı. Kafası darmadağın olmuştu. Elleri bileklerinden kesilmiş ve göğüs kafesi açılmış, akciğerleri parçalanmış haldeydi. Yer kan gölüne dönmüştü. Kesilen elleri ise adamın ayak tabanlarına dikilmişti. Bir kaç polis gözlerini kapatmamak için direniyordu. Bunlardan birisi de Selçuk idi. Amir fotoğraflara bakarak " Adamın kimliği henüz tespit edilemedi. Yüzü tanınamayacak halde. Tahminlerimize göre kırk yaşlarında. Yanında bulundurduğu bir telefon ya da cüzdan bulamadık. Dedektifler kanıt olabilecek her şeyi laboratuvara gönderdi.Kamera kayıtlarına baktık fakat hiçbir şey bulamadık. Kimliği tespit edildiğinde daha net bir şüpheli havuzumuz olacaktır. Bugün hepimiz mesai yapacağız." Selçuk ilk defa böylesine vahşi bir cinayet görmüştü. Gördüklerini sindirmek istemiyordu.
Umarım gördüklerim bir kabustur ve uyandığımda işten kovulma haberimi alacağımdır.

Özgür gözlerini zar zor açarak saate baktı. Ağzında oluşan iğrenç tadı silmek adına mutfağa gitti. Buzdolabını açıp elma aldı ve masaya oturdu. Kadını düşünmeden edemiyordu. Bu gün tekrar bara gelir mi?Gelse bile ne diyebilirim ki...
Elmasından iki ısırık alıp çöpe attı. Odasına gidip telefonu aldı ve Selçuk'u aradı "Alo, bu gün bara gidecek miyiz?" "Hayır. Seni sonra ararım." telefonu aniden suratına kapatması Özgür'ü şaşırtmıştı. Böyle bir şey asla yapmazdı.
Aptal...
Tiyatro gişesinin önüne geldiğinde oyunlara göz attı. İki gün sonra olacak tiyatro gösterisine bilet alacaktı. Dük'ün Oyuncağı. Gişedeki kadın gülümsedi "Merhaba!" Özgür kafasını salladı "Dük'ün Oyuncağı'na bir bilet lütfen." "Tabii, ücret kırkbeş Türk lirası." Özgür cebinden para çıkarttı ve kadına uzattı. Yüzündeki sırıtış sinir bozucu. Tıpkı, ne salak ama yarım saatlik bir oyun için kırkbeş lira ödüyor, der gibi. Sanattan ne anlarsın sen. Otuz yaşında dört çocuklu ve memeleri sarkmış bir embesilsin.
Bileti alıp arkasını döndüğünde ona doğru bakan suratı gördü. Gözlerinden tanımıştı. Işıl ışıl parlayan delinin gözleriydi. "Hey!" diye bağırdı Özgür heyecanla. Kadın gülümsediğinde aniden o da gülümsedi. Kadın bir rüya gibi öylece karşısında duruyordu. Yanına git, dedi içindeki ses. Anayola atlayıp koşarak kadının yanına gitti. Kadın gülümsemesini bozmadan cebinden sigara çıkardı "Çakmağın var mı?" Özgür refleks olarak kendi cebini yokladı "Sadece tiyatro bileti almak için gelmiştim. Çakmak ya da sigara bu yüzden getirmedim." Kadın ağzını büzdü " Tüh, yazık oldu. Tiyatro seviyor musun?" Özgür hevesle kafasını salladı "Evet. İki gün sonra Dük'ün Oyuncağı diye bir oyun var. Ona bilet almıştım, istersen seninle gidebiliriz." Kadın elindeki sigarayı cebine geri sokup " Karanlık tiyatrolardan hoşlanan birine benzemiyorsun." dedi. "Öyle mi... Daha çok hangi tiyatro türüne yakıştırdın?" diye sordu Özgür. Kadın yere bakarak " Aslına bakarsan..." biraz bekledi ve sözüne devam etti "Tiyatro seven birine benzemiyorsun." diye yanıt verdi Özgür'e. Özgür dişlerini birbirine bastırdı. Sen de fahişeye benziyorsun. Kadın kafasını kaldırıp ışıl ışıl parlayan gözlerini Özgür'ün gözlerine sabitledi. Öylesine derin bakıyordu ki düşüncelerini okuyabileceğinden şüphe etti ve gözlerini kaçırdı. Kadın kıkır kıkır güldü " Şaka yapıyordum! Herneyse oyunu izlemeyeceğim daha önemli işlerim var. İyi günler." deyip arkasını döndü ve yavaş adımlarla adamdan uzaklaşmaya başladı. Özgür şaşkınlıkla " Bekle! Telefon numaran var mı? Sana ulaşabileceğim bir yer? Bu akşam bara gelecek misin?" diye sorular sordu yüksek sesle. Kadın göz ucuyla arkasına baktı, elini cebine sokup sigarasını gösterdi " Oyundaki oyuncak, dört yaşındaki Elizabeth'i temsil ediyor. Oyunu izlediğimde onaltı yaşındaydım. Dük bir sapıktı. Dört yaşındaki Elizabeth'e dokunabilmek için onun odasındaki oyuncağı çaldı ve yıllar boyu çocuk beynine sahip bir şizofren taklidi yaptı. Acı içinde aile içi şiddetten dolayı kıvrandığını sandığımız Dük, aslında Elizabeth'e dokunamadığının ve onunla sevişemediğinin yanıp tutuşarak feryadını koparıyordu... oyunu izledikten sonra aşağıdaki parka gel ve çakmak getir."

PençeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin