8. Bölüm

38 4 1
                                        

Selçuk, Kerem'i takip edip sarı şeritlerden içeri girdi. Etraftaki uğultular başını ağrıtıyordu. Gece olan cinayetten sonra çıkan benzerlikleri tartışırlarken güneş doğumunda bir telefon daha alınmıştı. Sabah beşte sekiz polis görevlisi apar topar ihbarın geldiği sokağa dökülmüştü. Adli tıp arandığında, Selçuk ilk defa yakından gördüğü iğrenç cesetle karşı karşıyaydı. Zayıf, pislik içinde, saçları sakalına girmiş bir erkekti. Ufak bir ev bahçesinin çimlerinde yatıyordu ceset. Yaşı Selçuk'un tahminine göre yirmilerindeydi. Karnına yediği bıçak darbeleri bel bölgesini delik deşik etmişti. İki kolunda da derin bıçak yaraları bulunuyordu. Belli ki mücadele etmeye çalışmış, diye düşünmüştü. İki kaşının arasına bıçakla kazınmış, orta boylarda bir çarpı işareti fark ettiğinde daha iyi görmek adına elini alnına siper edip gözlerini kısmış ve Kerem'i çağırmıştı "Alnında belli belirsiz bir işaret var, sence mesaj mı verdi?" dediğinde adli tıp ekibinin aracı belirdi. Kerem aracın geldiği yöne doğru baktı "Bunu daha iyi incelemek için morga giderim." dedi ardından.
Kerem sarı şeritin içinde bir kaç kez arama yaptığı çimlere tekrar bakıyordu. Çimlerin üzerine basan iki farklı ayakkabı boyutunu çoktan tespit etmişlerdi. Kurbanın ayakkabısı kırk iki numaraydı. En olası tahmine göre katilin ayak numarası otuz sekizdi. Ayak numarasından yola çıkacak olurlarsa katil iri yarı biri değildi, Kerem, zayıf ve orta boylarda olması daha muhtemel, demişti. Bu da araştırma ekibini daha detaylı düşünmeye itmişti.
Kerem çimlerin içinde kaybolmuşken, Selçuk derince iç çekip sıkıntıyla kollarını göğsünde birleştirdi "Aynı alanı binlerce, binlerce kez gözlerinle araştırdın." dedi ardından kısık bir sesle. Kerem'in baktığı alan, ayakkabı izlerinin bulunduğu yerdi. Kerem arkasına dönmeden "Sence yaptığı numarayı fark ettiğimizi anladı mı?" diye sordu. Selçuk bu soruyu o sormadan zaten bir kaç kez düşünmüştü "Belki bu o değildir. Dün zaten bir cinayet işledi. Aynı günün sabahına doğru bir kişiyi daha öldürebilir mi?" dedi düşünceli bir şekilde. Kerem bu sefer arkasını döndü ve Selçuk'la göz göze geldi "Kayıtlara ve cesede bakılıyor. Henüz ikimizin de düşünceleri için çok erken." dedi, sonra ise polis arabasına binip camları açtı. Polis uğultuları, dağılan kalabalığın sesi ve etrafı kasıp kavuran sıcaklık her şeyi daha çekilmez hale getiriyordu. Selçuk çekinerek sürücü koltuğuna geçti "Oturabilir miyim?" dedi ardından. Kerem kafasını onaylar şekilde ağırca salladı, camdan cesedin bulunduğu çimlere bakıyordu. İkisi de oldukça yorgundu. Zihinleri susmuyor, bedenleri tüm bu ağır tempoya direnmekte zorlanıyordu. Selçuk üç gündür duş alamamış, doğru düzgün yemek yiyememişti. Her şey düzelecek, her şey yoluna girecek, bitecek, bitmek zorunda, diye sayıklıyordu içinden. Adli tıp ekibi çimlerde bulunan iki farklı ayakkabı izini detaylıca ölçüyordu, bir kaç kişi ise cesedin alnındaki çarpı işaretini gösterip dokunmadan bir şeyler fısıldıyordu. Kerem öksürdü "Mola verelim mi?" Selçuk duyduğu güzel teklifi hevesle kabul etti "Yakınlarda bir restoran biliyorum." Beraber arabadan çıktılar. Dar sokaktan çıktıklarında etrafta gezinen tonlarca insanın yüzlerine baktı Selçuk. Geniş sokakların içindeki savruk kalabalık onu rahatsız ediyordu. Bunca insana karşı taşıdığı sorumluluk aklına geliyor ve aldığı yüke binlerce kez lanet ediyordu. Kalabalık ceset kokuyordu. Her şeyden habersiz, kendini savunmaktan aciz cesetlerdi onlar. Diz çöküp af dilemek, bağırmak, ağlamak istiyordu vicdanı. Özür dilerim, sizleri yürüyen cesetler olarak gördüğüm için, bir canavarı yakalamak için ölmeniz gerektiğine inandığım için, bu bencil düşünceyi benimsediğim için binlerce kez özür dilerim. Özür dilemenin sadece vicdanı rahatlatmaktan başka bir işe yaramadığını bilsem de, her ne kadar özür dileyip içten içe kabusların son bulması için cesetlerinizi görmek istesem de, özür dilerim.
Keremle ufak ve müşterileri az olan bir restorana girdiler. İçerisi ev yemekleri kokuyordu. Garsonlar sevimsiz biçimde oradan oraya dolaşıyor, bulundukları durumdan ne kadar memnun olmadıklarını müşterilerine beden dilleriyle gösteriyordu. Yemek kokusunun yarattığı bunaltıcı atmosfer de cabasıydı. Beraber duvar kenarında bir masaya oturdular. Kerem bir menüyü Selçuk'a uzattı ve kendi önündeki menüye üstünkörü bir bakış attı "Bulgur pilavı, yeşil fasulye, çay." dedi, menüyü masaya bırakıp. Selçuk kendi önündeki menüyü açma gereği duymadı "Ben de sen ne istiyorsan onu alırım, yemek seçmekle kafamı doldurmak istemiyorum." Saçları dağınık, yüzü sıcaktan kıpkırmızı kesilmiş bir garson siparişlerini alıp menüleri masadan kaldırdı. Yemeklerini beklerken oluşan suskunluğu Kerem bozdu "Bir günde iki cinayet bana bile fazla geldi." Selçuk masanın üzerine koydu ellerini "Eğer bizim görevimize verilen katilse bunu yapan, ne olacak?" Kerem düşünceli biçimde "Eğer oysa hayata geliş gayesi öldürmek dışında bir şey olmayan biri gibi düşünmeye başlasak iyi olur. Öte yandan eğer oysa, ayakkabı numarasını ve iri yarı upuzun güçlü gözüken biri olmadığını bildiğimizi de belirtmek isterim." dedi, Selçuk masanın üzerine koyduğu ellerini yumruk yapıp "Evet, doğru ya! Her şey berbat olmuş gibi davranmayı bırakmalıyız! İpucu ipucudur. Yapboz parçalarını bulup birleştirdiğimizde her şey berraklaşacaktır. Peki, iri yarı olmadığı fikrine ayakkabı numarasından nasıl ulaştın?" dedi hevesli şekilde. O sırada garson geldi ve yemekleri masaya bıraktı. Kerem çatalını eline alıp ağzına dolu dolu fasulye attı. Selçuk, Kerem'in iştahlı tavrını gördüğünde karnı guruldadı. Doğru düzgün yemek yiyemiyordu çünkü her şey belirsizdi. Vicdanı yemek yemesine müsaade etmiyordu. Oysa ayakkabı izi bir mükafattı. Yiyebilirim, hak ettim.
Yemekleri oldukça hızlı yemişlerdi bu yüzden ikisi de oldukları yerde put gibi kalmıştı. Kerem pişmanlıkla tabağı izlerken Selçuk yanaklarını şişirmiş karnını ovuyordu. Kerem henüz bitirmediği çayından bir yudum aldı "Ayakkabı izinden tahmin yürütmedim." dedi, ses tonu canlıydı. Selçuk merakla Kerem'i izledi. Kerem yutkunup devam etti "Teknolojiye şükürler olsun, adli tıp ve ekip onaylamadığı sürece söylediğim şey bir tahmindir. Ayakkabı yere basınç uyguladığından ötürü kilo aralığını kolay tahmin edebiliriz. Zayıf biri çimlere bastığında toprak ve çimin ezilme biçimiyle iri birisinin çimlere bastığında oluşan toprak ve çimin ezilme biçimi farklıdır. Benim incelememe göre o, iri yarı değil ama öyle de olsa adli tıp ve ekip kilosuyla alakalı bir şey söyleyecektir." Selçuk umutla gülümsedi "Aradığımız katildir umarım." Kerem onayladı "Umarım ama öyleyse, çarpı işareti bir mesaj mı?" Selçuk o ana kadar işareti unutmuştu. Umut dolu gülümsemesi yerini soğuk bir kaygıya bıraktı... kafasının içindeki kaygı onu hapsetmişti, bir daha gün yüzü görecek miyim? dedi kendi kendine.
Özgür Yaren'i otobüse bindireli çok vakit geçmişti. Yatağına yatmış, kadının çizdiği resme bakıyordu. Ne tuhaf düşünceler bunlar. Sanat bakış açısıyla alakalıysa, sanatta yasak yoksa eğer, buradaki sistem eleştirisini vahşetin pençeleri olarak değiştiriyorum. Değiştiriyorum ya, bu berbat fikir içimi kıpır kıpır ediveriyor. O pençelerin arasına sızan zehirli ışık, bu zincirleri taşıyanı ben, fısıldayan büyücü, her şeyi acımasızlığa sürükleyen hissi doğuruyor. Nedir bu his? Aklımın gördüğü vahşet beni canlı kılıyorsa nedir bu his? Hayatımı adayacağım koca bir kaosu görmeme sebep olan bu canlı his nedir? Kalbime, bedenime terör estiren çağrı, pençeleri arasına alınan köşeli kağıdı bozuk görmeme sebep olan o his... sürüklenmek istediğim yer neresi? Soğuk toprağın altında yatan dostum beni heyecanlandırıyorsa, bu tiyatro sahnesinin başrolü olduğumdan mı yoksa arkamdaki büyücü gölge beni kör mü etmiş? Bu tiyatroda başrol ben miyim, toprak altındaki dostum mu yoksa arkamdaki gölge mi? O fısıltıları sadece ben mi duyuyorum, bu çağrıyı başkası da duyuyor mu? Çanlar çalıyor, gece çöküyor ve ben gün yüzünü berrak şekilde görüyorum. Zehirlenmeye yatkın olan bu dünya bana panzehiri getiriyor ve yeniden doğuyorum. Bu düzeni değiştiren başrol olmak istiyorum. Kendi tiyatro sahnemi yaratırken oluşan bu canlı his, kanımı bozan bu his benim amacımdır.

PençeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin