Teddy, kucağımda kamyonetin camından dışarıya bakıyor ve küçücük işaret parmağıyla yolun çevresine sıralanmış ağaçları gösterip, onlara verdiği isimleri söylüyordu. Bu isimleri nereden bulduğunu sorduğumda lafları peşi sıra dizerek heyecanlı bir biçimde izlediği çizgi filmleri anlatmaya başlıyordu. Çocukların böyle neşeyle bir şeyler anlattığını görmeyeli uzun zaman olmuştu. Teddy artık gözüme Road Runner'ın gerçek hayat versiyonu gibi görünüyordu. Sadece arada durup 'Beep Beep' demiyordu o kadar.
Bakışlarımı Teddy'nin göstermeye devam ettiği ağaçlardan ayırıp Calum'a baktım ve onun da bizi dinlediğini fark ettim. Yüzünde tatlı bir tebessüm vardı. Kocaman adamın yanaklarını sıktırma isteği duymamı sağlayacak bir tebessüm. Ona baktığımı fark edince başını birkaç saniyeliğine yoldan çevirip bana baktı. Bakışlarını göremediğim için ifadesine bir anlam veremiyordum.
"Gözlük takman beni hiç mutlu etmiyor."
Calum tekrar yola dönüp bu kez sesli bir şekilde hafifçe güldü. Mutlu olduğunu biliyordum ama Calum güneş gözlüğü taktığı zamanlarda onu çözemiyor olmak canımı sıkıyordu. Yüzü ve sesi onu kolayca kendisini ele vermiyordu ama bakışları her zaman bana bir şeyler hissettiriyordu. Bugün de bütün gün Merle ve Frank'ın çiftliğinde bu gözlükleri takacaksa hain planlar kurmam gerekiyordu.
Görevimiz Tehlike: Ophelia ve Calum'ın lanet olası gözlükleri.
"Ne düşünüyorsun?"
Yüzümü buruşturup ona döndüm. İşte şimdi gözlüğün en kötü özelliklerinden birini daha hatırlamıştım. Güneş gözlüğü takan kişilerin nereye ve kime baktığını anlamak çok zordu. Ayrıca benim güneş gözlüklerim olmadığı için kendi ifademi gizleme şansım da yoktu. Bence sırf bu yüzden Calum geçen seferkinin aksine bana kendi güneş gözlüklerinden birini teklif etmemişti. Sırf beni kızdırıp keyif almak için.
"Üzüm bağıyla seni nasıl bağlarım diye düşünüyorum."
Calum'ın dudakları haylaz bir gülümseme için yukarı doğru kıvrıldı. Konuştuğunda ses tonu da neşeliydi.
"Sadece sorman yeterli. Ben kendi kendimi bağlarım."
Bir kaşım havalandı. Yine flört etmeye başladığımızı fark ederek ona ayak uydurdum.
"En sevdiğin gözlüğünü kıracak olsam bile mi?"
Gülümsemesi büyüdü ve başını salladı.
"Evet en sevdiğim gözlüğümü kıracak olsan bile."
Bakışlarımı bizi umursamayan, bu kez bir inek sürüsünü saymaya başlamış olan Teddy'e çevirdim. Yanağımı onun başına yasladım. Yumuşak, karamel rengi kıvırcık saçları yüzümü kaşındırdı ama geri çekilmedim. Çünkü yüzümü saklarsam Calum ondan etkilenmeye başladığımı fark etmeyecekti.
Calum ile ilk tanıştığımız aylarda böyle değildik. Daha mesafeliydik ve ben çok utanıyordum. Çünkü hem onların müzik dersine girmeye çalışan yeteneksiz kızdım hem de Calum'dan hoşlanıyordum ve o, okulda ulaşılmaz görünen insanlardan biriydi. Kendi grubu içinde çok eğlenceli bir insanken dışarıda bir buz dağıydı. Onun dikkatini nasıl çekmiştim, bir gün onu nasıl karşımda bulmuştum bilmiyordum. Fakat alışmıştım. Calum'a onu tanıyan herkes alışırdı. Yılın ikinci dönemi flört gibi ama flörtün kıyısından geçmeyen bu tarz atışmalarımız başlamıştı. Benden hoşlandığı için değil sadece onu eğlendirdiği için benimle böyle konuşuyordu.
Fakat onu unuttuğumu savunuyor olmama rağmen son günlerde ne zaman flörtöz bir şekilde birbirimize laf atsak kalbim daha hızlı çarpmaya, kanım damarlarımda daha hızlı akmaya başlıyor, ona verecek bir cevap bulamaz oluyordum. Daha da kötüsü içimdeki bir ses bana, "Belki de bu gerçekten bir flörttür. Belki de senden hoşlanıyordur," diyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Where I End And You Begin
FanfictionBir yetenek, iki kişi, ortak bir kader. Ophelia Robinson, her şey olabilirdi. Bir bilim insanı, bir yazar, bir eleştirmen ya da bir TV yıldızı. Fakat o, asla ulaşamayacağı bir şey olan müziği seçti. Lise hayatı boyunca yaşıtları parlak geleceklerine...