Calum'ın her zaman beni sonuna kadar dinlemesini özlemiştim. Çoğu zaman saçmalasam ya da cümlelerimi uzatsam da itiraz etmeden ilgiyle dinliyordu. Bazen araya giriyor ve dinlediğini, önem verdiğini belli edecek cevaplar veriyordu.
"Değişmiş miyim?"
Ona doğru dönüp gülümsedim. Calum direksiyonda kısa bir süre bana baktı ve tekrar yola döndü. Siyah güneş gözlüklerine rağmen bana baktığı zaman gözlerimizin kenetlendiğini hissetmiştim. Yüzünde ukala bir tebessüm oluştuğunda benim de gülümsemem genişledi.
"Bir parça bile değişmemişsin. Hâlâ deli dolu, yaratıcı, komik ve inatçısın. Ayrıca susmuyorsun."
Kahkaha patlatıp arkama yaslandım. Calum beni tanımlarken kullandığı ses tonu memnuniyetsizlik değil, daha çok karşılaştığı halimi beğendiğini ifade ediyordu.
"Sen de hâlâ ketum ve suratsızsın. Fakat biliyorum ki bu yakışıklı, sert duruşunun altında pembe bir ponny yatıyor."
Yurt odamdaki ponnyden haberdar olmadığı için mutluydum. Sürekli kendisiymiş gibi ona sarıldığımı bilmesine gerek yoktu. Calum da gülmeye başlar diye düşünmüştüm ama o beni şaşırtıp başını bana çevirdi.
"Demek yakışıklı olduğumu düşünüyorsun."
Gözlerimi devirdim. Elbette cümlemde en olmadık yeri bir cımbız yardımıyla çekip bana gönderecekti. Ne bekliyordum ki?
"Tanrım, Calum! Yoldan geçen herhangi bir insanı çevirsek o da senin yakışıklı olduğunu söyler. Burada asıl konumuz eskisinden daha da suratsız oluşun. Gülümsemeni kullan. Sana yakışıyor."
Calum, önümüzdeki yol epey bir süre boş olacağı için tek eliyle direksiyonu tuttu ve diğer elini bacağına yerleştirdi. Gözlerim ani bir refleksle eline yöneldiğinde içten içe kendime kızıp bakışlarımı kaçırdım. Onun yaptığı gibi ben de güneş gözlüğü takmış olsaydım onu izlemem çok kolay olurdu.
"Ben onların değil senin düşünceni merak ediyorum. Ayrıca ben gülüyorum. Sadece içimden geldiği zamanlarda olması hiç gülmediğimi göstermez."
Dönüp ona bakmadım. Yanımdaki camdan dışarıyı izlemek daha ilgi çekici geldi. Calum'ın yola çıktığımızda benim kasaba hakkındaki ilk izlenimlerime tepki olarak bakış açımı değiştirmemi önermişti. Elbette kasabada bir seri katil ya da palyaço olması ilgi çekerdi ama bir açıdan bakınca da Hannah Montana'nın doğduğu kasabada olmayı daha fazla isterdim. O yüzden onun tavsiyesine uyup bakış açımı değiştirdim ve çevreyi olumlu düşüncelerle izlemeye başladım.
"Sen de konuştuğunda daha güzel oluyorsun."
Gülümsememi bastırmaya çalışıp ona doğru bir bakış attım. Gözlüğünü başının üzerine kaldırmış, kahverengi gözleriyle beni süzüyordu. Bağışıklığını kaybeden kalbim aniden daha hızlı çarpmaya başladı.
"Teşekkür ederim. Beni tekrar konuşturmaya çalışıyor gibisin." Başını salladı. Bu kez gülümsememi saklamadan tekrar ona doğru döndüm. "Başarılı da oldun. Fakat şimdi sıra sende. Bana hiç kendinden bahsetmedin."
Calum biraz tereddüt yaşasa da arkasına yaslanıp bakışlarını yola çevirdi ve dudaklarını ıslattı.
Ah, kalbim lütfen şu an hiç sırası değil.
"Hayatımda değişen pek bir şey yok. Ailemin dağılması dışında. Annem ve babam yaklaşık dört sene önce boşandı. Şimdi evde sadece annemle ben varız."
Bana eşcinsel olduğunu söyleseydi ancak bu kadar şaşırabilirdim. Hatta ona hiç şaşırmazdım fakat ailesinin dağılması. Kulaklarımın doğru duyduğundan bile şüphe etmiştim. Calum'ın ailesi benim ailem gibiydi. Sıcak, eğlenceli ve birbirine kenetli. Ben kilitlenip kaldığım için Calum cevap beklemeden anlatmaya devam etti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Where I End And You Begin
FanfictionBir yetenek, iki kişi, ortak bir kader. Ophelia Robinson, her şey olabilirdi. Bir bilim insanı, bir yazar, bir eleştirmen ya da bir TV yıldızı. Fakat o, asla ulaşamayacağı bir şey olan müziği seçti. Lise hayatı boyunca yaşıtları parlak geleceklerine...