Southsage'e gelişimin daha havalı olmasını beklemiştim. Sonuçta filmlerde hep öyle olmaz mıydı? Hiçbir filmde kamyonetin arkasında bir çoban köpeğiyle yolculuk yapan bir baş karaktere rastlamamıştım. Ayrıca kamyonetin kasasında iğrenç bir koku vardı. O iğrenç koku yüzünden valizimdeki tüm kıyafetin mahvolduğuna da emindim. Ah, Calum Hood senin yüzünden şu düştüğüm hale bak!
"Orada iyi misin tatlım?"
Ön taraftan bana baktıklarında yüz ifademi görmemeleri için sırtımı onlara doğru çevirip oturmuştum. Geçtiğimiz yolları, eşsiz yeşillikleri izliyordum.
"Evet, harikayım."
Nasıl olsa kinaye sanatından anlamayacakları için rahatça cevaplamıştım. Onları küçümsediğimden değildi bu düşüncem. Beni yolda ilk gördüklerinde Hansel ve Gratel'i hatırlatmışlardı. Fakat kötü olan Hansel ve Gratel. Açıkçası hâlâ doğru yolda olduğumuzdan şüpheleniyor ve onların beni bırakmasına izin verdiğim için pişmanlık duyuyordum.
"Chase de senin gibi. Üniversiteye biraz ara verdi ve çiftliğimizle ilgilenmeye başladı."
Bir de bu konu vardı tabii. Bernard ve Elle çiftinin bir oğulları vardı. Chase. Bence beni araçlarına alma sebepleri de oğullarına eş bulma isteklerinin yardımseverliklerinden baskın olmasıydı. Buna rağmen onlara minnettar olmalıydım. Sonuçta kilometrelerce yolu elimdeki büyük boy bir valiz ve ceset taşımak için ideal sırt çantasıyla tepmek zorunda kalacaktım.
Sunday'in zihnimde bana tokat attığına emindim. Bana sürekli Southsage hakkında bilgi vermeye çalışmıştı. Ayrıca Calum'a haber vermem konusunda da ısrar etmişti. Fakat ben, bayan hiç seyahate çıkmamış maceraperest kişilik, her şeyin bana sürpriz olmasını istediğimi söylemiştim. Yepyeni bir yeri kendim keşfedecektim. Filmler ve kitaplardaki gibi.
"Hayatındaki olumsuzluklardan bezmiş genç kadın bir gün tüm hayatını geride bırakıp adını rastgele bir konuşmada öğrendiği yaklaşık iki bin nüfusa sahip bir kasabaya gider. Orada kendisine ev bulur, ayrıca yakışıklı bir genç adam da nasıl olduysa komşusu çıkar ama ve ona anında aşık olur. Kapısında kul köle olan bu adamın bir sırrı vardı. Fakat bu sır açığa çıktıktan sonra bile onların mutlu sona erişmesini engellemez."
Çok mu Nicholas Sparksvari durdu? Neyse önemli değil. Burada asıl önemli olan bu tür kitapların hiçbirinde o kasabaya ulaşımın ne kadar zor olduğu, tüm güzel manzaralara rağmen ara ara burna gelen o mide bulandırıcı ve nereden geldiği belirsiz konudan ya da sizi aracınıza alan kişinin katil olduğundan bahsetmez. Sonuncusu eğer bir polisiye gerilim türünde kitap değilse geçerliydi tabii.
Ben kendi iç dünyamda kürek çekerken Elle neredeyse hiç nefes almadan hâlâ oğlunu anlatıyordu. Bir ara kulak kabartmıştım. Sadece öylesine dinlemiş olmama rağmen Elle'in Herkül'den bahsettiğine emin olmuştum. Herkül ile böyle bir yerde karşılaşma şansım bulunmadığı için de kulaklarımı ona kapatmıştım. Yanlarına otursam bu şans elimden alınacağı için kamyonetin kasasına geçmiştim. Yani sonuçta hangi normal anne bir anda karşısındakine oğlunu anlatırdı ki?
Köpeğin başını okşamaya devam ederek gözlerimi kapattım. Yaklaşık yarım saattir yoldaydık ve anladığım kadarıyla bir bu kadar daha yolumuz vardı. İçime dönüp pişmanlık kırıntıları aradım ama ona dair hiçbir iz bulamadım. Aksine belirsizliğin verdiği heyecan ve merak vardı. Şekerden yapılma bir eve gidiyor olsam bile halimden memnun bir şekilde Hansel ve Gratel'in midesine inecektim. Evet şu anki durumda evin sahibi onlar. Yani teknik olarak kötü cadı da onlar oluyor. Masallar paralel evrenlerde işte böyle değişebiliyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Where I End And You Begin
FanfictionBir yetenek, iki kişi, ortak bir kader. Ophelia Robinson, her şey olabilirdi. Bir bilim insanı, bir yazar, bir eleştirmen ya da bir TV yıldızı. Fakat o, asla ulaşamayacağı bir şey olan müziği seçti. Lise hayatı boyunca yaşıtları parlak geleceklerine...