Yataktan yere düştüğümde acılı bir çığlık koyuverip uyandım. Sunday karşımda, ellerini belinin iki yanına yerleştirmiş kızgınlıkla bana bakıyordu.
"Sen beni yere mi attın?"
Sunday, sanki ufak bir detayı belirtmişim gibi beni ayağımda tutup yataktan çektiğini doğruladı ve nefesini bırakıp yatağımın üzerine oturdu. Ben de belimi tutup doğruldum. Olaya biraz daha dramatik etki katmak için inlemeyi de ihmal etmedim ama o, bunu hiç umursamadı. En yakın arkadaşımın gittikçe bana benzediğini fark ediyordum.
"Aklını kaçırdığın için seni zorla yurda götürmeye geldim."
Ah, doğru ya. Ben hâlâ evdeydim. Çünkü dönüş biletimi iptal ettirmiştim. Daha doğrusu varış yerimi değiştirtecek şekilde yeniden düzenletmiştim. Ailem buna çok şaşırmış olsalar da bir saat boyunca aralıksız ağladığım için isteğimi kabul etmek zorunda kalmışlardı. Çünkü onlar da yaşadıklarımın çok tuhaf olduğunu kabul ediyorlardı.
"Sunday lütfen. Durumumu biliyorsun."
Sunday parmağını turuncu saçının dalgasına dolarken alt dudağını sarkıttı. Dün eve gittiğim anda ona olanları anlamıştım. Güzellik uykusundan uyandırmış olmama rağmen bana hiç kızmamıştı ama kararımı duyunca şiddetle karşı çıkmıştı. Hayatta böyle olağanüstü olayların olacağına inanmıyordu. Daha doğrusu bizim başımıza geleceğine inanmıyordu.
O, alt dudağını ısırıp endişeyle saçını doladığı parmağını incelerken ben de ayağa kalkıp yanına oturdum. Kolumu onun narin omzuna attım. Sunday, kırılgan bir insandı. Her iki anlamda da. İnsanlara hemen güvenir, onlara tüm sevgisini verir ve en ufak bir olumsuzlukta kendisini yerden yere atar kaderin kendisine tokat atmaya katıldığından yakınırdı. Halbuki sadece durumları benim gibi abartıyordu hepsi bu. Fakat o benim en yakın arkadaşımdı. Bu nedenle o kendisini yerden yere atarken benim yatağımda keyif çatmam kan rengi verecek vişnelerle mühürlenmiş arkadaşlık anlaşmamıza aykırıydı. Kan rengi verecek, diyorum çünkü ikimizi de kan tutuyordu. O nedenle anlaşmamızı mecburen kan rengine en yakın olan sevdiğimiz bir meyve ile mühürlemek istemiştik.
İşin özü ben de onunla birlikte yıkılır, onunla birlikte depresyona girerdim. Sonra birlikte toparlanır çılgın şarkılar açar, birbirimize rengarenk makyaj yapar ve dans ederdik.
"Benim için endişelendiğini biliyorum ama bunun eğlenceli bir macera olacağını hissetmediğini bana söyleyemezsin."
Sunday, mavi gözlerini bana çevirip beş yaşındaki tatlı bir kız çocuğuymuş da yanlışlıkla bir gecede büyümüş gibi bir bakışla gülümsedi.
"Ben de gelebilir miyim? İkimiz birlikte olmadan eğlencenin tadı çıkmaz sonuçta."
Beni caydırmak için teptiği onca yola rağmen daha görüştüğümüz ilk anda pes etmişti. Her zaman bu durumu düşündüğümü biliyordu. Bana karşı çıkmasının ne kadar gereksiz olacağını da biliyordu.
Sadece bir gecede istediğim yeteneğe sahip olduğumu ailem dışında bilen tek kişiydi. Ona anlattığımda bunu fantastik bir romandan etkilenilmiş bir senaryo olduğunu söylemişti. Fakat lisede herkesin benimle yeteneğim olmadığı bir alanda ustalaşmaya çabaladığım için dalga geçtiğini öğrenince sinirleri bozulmuş ve bunun asla doğru olmadığını söylemişti. Evet onların yaptığı doğru bir yaklaşım değildi ama lisede ne doğruydu ki?
Lise bittiği anda herkesle iletişimi kesmiştim çünkü bu sırrımı kimsenin öğrenmemesi gerekiyordu. Herkes yeteneğimi sakladığımı ve benimle dalga geçmelerinden hoşlandığımı, bu sayede popüler olmaya çalıştığımı zannedeceklerdi. Gerçekten de onlar öğrendikten sonra böyle olmuştu. Sosyal medyalardaki profillerimde çoğu kişi lisede popüler olmak için kendimi olmadığım biri gösterdiğimi yazıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Where I End And You Begin
FanfictionBir yetenek, iki kişi, ortak bir kader. Ophelia Robinson, her şey olabilirdi. Bir bilim insanı, bir yazar, bir eleştirmen ya da bir TV yıldızı. Fakat o, asla ulaşamayacağı bir şey olan müziği seçti. Lise hayatı boyunca yaşıtları parlak geleceklerine...