Calum bana gitarlarını tavan arasından alıp artık kullanmadıkları kulübeye taşıdığını söylediği gün, zihnimde şu anda gördüğümün tam zıttı bir kulübe canlanmıştı. Kullanılmadığı için harabeye yakın bir kulübe veya ahır tarzı bir yapı beklemiştim. Halbuki Calum'ın beni kucağında taşıyarak götürdüğü kulübe tam teçhizatlı görünen bir konuk eviydi.
Calum, kulübenin küçük verandasına çıkan merdivenlere yönelmeden onu omzuna hafifçe vurarak durdurdum ve bakışlarımı büyülenmiş gibi kulübede tutmaya devam ettim. Televizyon programlarında imrenerek izlediğim ufak evlere benziyordu. Muhtemelen bir ya da iki odası var olmalıydı. Dış cephesi yeni boyanmışa benziyordu, kullanılmayan bir kulübeye göre oldukça bakımlıydı. Çerçevesi lacivert iki penceresi, kırmızı bir kapısı vardı. Çatısı kırmızı kiremittendi ve onun dışındaki her yer beyaza boyanmıştı.
İçeriye girmek üzere olduğumuz için tüm duyularım açıldı. Kulübeye dair hislerim daha şimdiden olumlu yöndeydi.
Merakımı gizlemeye çalışsam da dudaklarımdan "Mabel ve Dipper da Gizemli Kulübe'yi gördüklerinde böyle hissetmişler demek ki," cümlesi döküldü.
Calum, kıkırdayıp ilerlemeye başladı ve kapının önüne gelince beni indirdi. Hayal kırıklığı yaşadığım yüzümden okunuyor olsa gerek pantolonunun cebinden anahtarı çıkarırken bana göz kırptı.
"Eğer üzüldüysen kapıyı açtıktan sonra seni tekrar kucaklayabilirim."
Gözlerimi devirip kollarımı göğsümde bağladım. Calum başını eğip güldü ve kapının kilidini açıp geri çekildi. Şaşkın bir şekilde ona ve kapıya baktım.
"Neden önden girmiyorsun?"
Ellerini pantolonunun ceplerine yerleştirip omuz silkti.
"Beni hayranlıkla izlemekten eve dikkatini veremezsin diye düşündüm."
Uzanıp koluna vurdum ve "'Seni rahat rahat izlemek istiyorum,' demenin bir başka yolunu bulduğunu varsayıyorum," dedim.
Cevap beklemeden içeriye geçip etrafıma baktım. Tahmin ettiğim gibi televizyonlarda gördüğüm evlere benziyordu. Çiftliğe sonradan inşa edildiğini belli eden bir yapısı vardı. İçeriye girdiğim gibi beni geniş bir alan karşıladı. Buraya gri renkte bir kanepe yerleştirilmişti. Ahşap bir orta sehpa da onun önündeydi. Kanepenin karşısında beklediğimin aksine bir televizyon değil, oldukça kaliteli görünen bir davul seti vardı. Arkasında beşi yerdeki askılıkta, beşi de duvarda asılı tam on tane gitar vardı. Gitarların çokluğuna o kadar şaşırmıştım ki yerdeki gri, siyah ve beyaz renklerinden oluşan desenli kilime takıldım. Calum kolumu kavrasa da ondan önce toparlanıp iyi olduğumu söyledim. Davul setinin yanındaki klavye seti şaşkınlığımı daha da katladı. Ağzımın aldığı şaşkın 'o' ifadesini bozmadan Calum'a döndüm.
"Gitarların hepsi senin mi?"
Başını olumlu anlamda salladı. Az önceki halinin aksine utanmış ve bir parça da üzgün görünüyordu. Ben de üzülmüştüm ama şaşkınlığım tüm duygularımdan daha baskın göründüğü için yüzeye sadece o yansıyordu. Anladığımı gösterir gibi başımı salladım ve derin bir nefes alıp içimden kendimi tokatladım. Burada göstereceğim her tepki Calum için önemli olmalıydı. Utancı onun gergin olduğunu kanıtlıyordu. Bunun ilk işareti de benden birkaç adım geride olmasıydı. Ona diğer insanların yaptığı gibi kızmamı ya da sanatçı kaprisine girdiğini söylememden endişe ediyor gibiydi. Söylesem de bunda hakkım olduğunu düşündüğünü benden kaçırdığı gözlerinden anlayabiliyordum. O yüzden onun beklentisinin aksine kendimi toplayıp olaya sakin ve mantıklı yaklaşmaya karar verdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Where I End And You Begin
FanfictionBir yetenek, iki kişi, ortak bir kader. Ophelia Robinson, her şey olabilirdi. Bir bilim insanı, bir yazar, bir eleştirmen ya da bir TV yıldızı. Fakat o, asla ulaşamayacağı bir şey olan müziği seçti. Lise hayatı boyunca yaşıtları parlak geleceklerine...