Akşamı Calum ile yalnız geçirmeye karar vermemiz üzerine Calum ayaklanıp bize yiyecek bir şeyler almaya dışarıya çıkmıştı çünkü bu evde yiyecek hiçbir şey yoktu. Ben de fırsattan istifade Sunday'i aradım. En yakın arkadaşım daha ilk çalışta telefonu açtı ve neşeli sesiyle konuk evinin sessizliğini bozdu.
"Merhaba güzellik!"
Sunday'in yüzünü göremiyordum çünkü telefon elinde sağdan sola, soldan sağa uçuyor, arada da yukarı aşağı hareket ediyordu. Arkada yükselen sesleri ve Sunday'in yerdeki eşyalara takıldığında savurduğu yaratıcı küfürleri işitince onun telefonu sabitlemek ve video çekmek için kullandığı tripotunu aradığını anlayarak güldüm.
"Merhaba sakar şirin," diye cevapladım o bir küfür daha patlattığında. "Odamızı bit pazarına çevirmişsin."
Sunday ani bir hareketle doğrulup tripotunu havada sallayarak telefonu kendisine çevirdi. Eğilip eşindiğinin belirtisi kıpkırmızı yüzü ve uzun, darmadağın, turuncu saçları ekranda belirdi. Kaşlarını çattı ama kızgın olmadığını biliyordum.
"Daha önce bit pazarına gittin mi ki?"
Başımı aşağı yukarı sallayarak onayladım. Annemin antika merakı vardı. Ayrıca ucuz mal alma bahanesiyle sürekli pazara gidiyor ve bizi de yanında çekiştiriyordu. Gerçi bundan pişman olduğumu söyleyemezdim çünkü oradan birkaç eski basım roman, elbise, hırka, ceket ve altı senedir kullandığım analog fotoğraf makinemi almıştım. Levi de her gidişimizde sızlansa da kaykayını ve sırf koleksiyon ürünü yapabilmek için eski bir atariyi oradan almıştı. Ayrıca vintage ceket ve tişörtlerini de aynı pazardan alıyordu. Fakat evdeki eşya sayısının her geçen gün arttığını fark eden babam sessiz kalmakta zorlanıyordu. Ona her gidişimizde antika parfüm şişeleri alsak da artık tahammül edememiş olsa gerek bir gün elinde tenis raketiyle mutfağa daldı.
"Leigh," demişti. "Bu ne?"
Her gencin bildiği bir gerçek vardır. Ebeveynler bildikleri bir nesneyi işaret ederek, "Bu ne?" diyorlarsa bu, nesneyi bilmediklerini değil; nesnenin neden orada olduğunu ya da varlığını sorguladıklarını gösterir. Ayrıca her genç bilir ki bu soruya cevap olarak o nesnenin ismi söylenirse karşısındaki ebeveynin nasihatleri birkaç saat daha uzar.
Annem bunu bilmiyor ya da Levi gibi umursamıyor olsa gerek, "Tenis raketi sevgilim," demişti.
Levi ile birbirimize bakışımız her şeyi özetliyordu ama babamın kızarık yüzü de durumun ciddiyetini kanıtlar nitelikteydi. Raketi elinde sallayıp anneme kaşlarını çatarak bakıyordu.
"Hayatım biz ne zaman tenis oynamaya başladık?"
Annem ağzındaki ekmeği çiğnemeyi bitirdikten sonra gayet kayıtsız bir şekilde bakışlarını babama çevirip, "Bir gün tenis oynamaya karar verirsek lazım olabilir," demişti.
Ve babam küçük bir cinnet geçirmişti. Eh, haksız da sayılmazdı çünkü benim odamda bile gereksiz eşyalar birikmeye başlamıştı. Mesela mutfakta bir abajur vardı. Mor ve tüyleri olan bir abajur. Mutfakta. Annemin bit pazarı gezileri aslında onun alışveriş hastalığını tetikliyordu. Babam da bunu fark edip acil aile toplantısı düzenlemiş ve ortak bir kararla artık bit pazarı maceralarını ayda bir yapmaya ve sadece gerekli eşyaları almaya karar vermiştik. Babam oy çokluğuyla alınan bu kararı duyururken elinde durumun ciddiyetini göstermek için bir camı eksik gözlüğü anneme doğru sallamıştı. Annem de tam iki gün boyunca üçümüze de küsmüştü.
Ben bu anımızı anlattığımda Sunday çoktan telefonu tripotuna yerleştirmiş ve katıla katıla gülmeye başlamıştı.
"Annen benim idolüm. Benim annemin değil fazla eşyaya, topuzundan çıkan tek bir tele bile tahammülü yok. Mesela şimdi bu odayı görse aklını kaçırır ve hemen bir temizlik şirketini arar. Ayrıca odamızdaki her şeyi çöp diye atar."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Where I End And You Begin
FanfictionBir yetenek, iki kişi, ortak bir kader. Ophelia Robinson, her şey olabilirdi. Bir bilim insanı, bir yazar, bir eleştirmen ya da bir TV yıldızı. Fakat o, asla ulaşamayacağı bir şey olan müziği seçti. Lise hayatı boyunca yaşıtları parlak geleceklerine...