Yorucu geçen üç günün ardından bu sabah evimdeki yatağımda uyanmıştım. Üzerimdeki onlarca elbiseyle birlikte. Sunday, burada gece olmasını umursamadan beni görüntülü aramıştı. Beni uyandırmasına kızmamıştım aksine yorgunluğumu üzerimden hızla atıp onunla konuşmaya başlamıştım.
Onunla iki saat boyunca kıyafet denemiştik. Daha doğrusu sadece ben denemiştim. O ise rahat pijamasıyla karşımda çöreğini yemişti. Pazar günü için benden daha fazla heyecanlıydı. Günler ilerledikçe benim heyecanım azalmıştı ve içimdeki aptal ses görmek istediğim kişinin buluşmaya gelmeyeceğini söylüyordu.
Üzerimdeki kıyafet yığını, yorganımı açıp altından çıkmamı çok zora soksa da biraz daha çabalayarak çıkmayı başarmıştım.
Üzerime turuncu renkli sabahlığımı geçirip mutfağa gitmek için odadan çıktım. Sunday ile konuşurken uykuya dalma saatimi epey geciktirmiştim. O yüzden Levi ve babam ben uyandığımda çoktan evden ayrılmıştı.
Annem de salondaki televizyonun karşısında egzersiz yaptıran bir sabah programını izliyordu. Kendisinin elinde çay ve kurabiyesiyle yumuşak kanepede oturması dışında ortada hiçbir sorun yoktu.
"Günaydın anne."
Annem hipnoz etkisine girdiği televizyondan gözlerini ayırıp gülümseyerek bana baktı.
"Günaydın tatlım. İyi uyuyabildin mi?"
Başımı sallayıp mutfağa geçtim ve tost hazırlamak için hazırlıklara geçtim. Annem de televizyonu kapatıp yanıma geldi. Bardağındaki çayı tazeledi ve masaya oturdu.
Ben de tost makinesine peynirli tostumu yerleştirip karşısına geçtim.
"Sunday de gelseydi keşke. Onu da özledik."
Ailem Sunday'i de kendi kızları gibi benimsemişti. Hatta yazları Sunday ailesinden izin alıp bir ayını bizimle geçirirdi. Ben de kış tatilinde onların evinde kalırdım. Böylece iki aileyi de mutlu etmiş olurduk.
Aslında Sunday de gelmek istemişti. Gerginliğim yüzünden başımı derde sokacağımı düşünmüştü. Eh, haksız da sayılmazdı çünkü en son yetenek sınavına gireceğim gün bu kadar endişelenmiştim ve fakültenin içerisinde kaybolmuştum. Salonu bulduktan sonra da yanlışlıkla bozuk tuvalete girmiş ve görevliler beni çıkarana kadar iğrenç kokuların içinde beklemek zorunda kalmıştım. Sunday benim gerginliğim ve endişelerimin evrendeki bütün terslikleri bana çektiğini düşünüyordu. Bu örnekler de bunu kanıtlıyordu.
Yine de onun gelmesini reddetmiştim. Bu önemsiz buluşmayı tek başıma atlatacaktım. Bunu başarabilirdim. En kötü ne olabilirdi ki? Yanlışlıkla içecek masasını falan devirirdim. Önemsiz şeyler yani.
Konu değiştirip babamı sordum. Havaalanından beni aldığında tuhaf bir biçimde sessizdi. Normalde bana eğlenceli anılarını anlatır, yeni okuduğu dergilerden kesitler sunardı. Hâlâ bana kızgın olmalıydı.
"Babanı biliyorsun. Bölümünü bırakıp müziğe geçtiğin için hâlâ biraz kırgın. Fakat yine de sana ve kararlarına saygı duyuyor. Hatta çalışma odasını sana müzik odası hazırlamak için boşalttı bile."
Tostumu tabağıma aldığım sırada son cümleyi işitip duraksadım. Babam atölyesini mi boşaltmıştı? Peki yeni parfümlerini nerede hazırlayacaktı? Hızla arkamı dönüp annemin karşısına oturup tabağımı masaya bıraktım.
"Laboratuvarını boşaltmasına gerek yoktu. Ben odamda müzik çalışabilirim. Ayrıca bölümümü bırakmadım sadece bir sene ara verdim."
Annem elini kahverengi saçlarıma atıp yavaşça okşadı. Beni sakinleştirmenin yolunu her zaman buluyordu. Gözlerimi kapatıp yüzümü mutsuzluğumu göstermesi için düşürdüm. Annem, yumuşak ses tonuyla benimle konuşmaya başlamadan önce babamı kararından nasıl vazgeçirebileceğimi düşünüyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Where I End And You Begin
FanfictionBir yetenek, iki kişi, ortak bir kader. Ophelia Robinson, her şey olabilirdi. Bir bilim insanı, bir yazar, bir eleştirmen ya da bir TV yıldızı. Fakat o, asla ulaşamayacağı bir şey olan müziği seçti. Lise hayatı boyunca yaşıtları parlak geleceklerine...