17. Bölüm: "Kurbağa bir itiraf duyar"

155 34 58
                                    

Calum'ın sürekli homurdanmasına ve tam bir huysuz şirin gibi görünmesine rağmen yanıma gelmesi çok hoşuma gitmişti. Teknenin içine girdikten ve kendisini dengeledikten -ki bu iki dakika bile sürmemişti- sonra beni tekrar tuttu. Ona bakıp mutlulukla gülümsedim.

"Şimdi daha güzel oldu."

Calum'ın yüzündeki somurtkan ifade, gülümsememe dayanamayıp yumuşadı ve yerini hoş bir tebessüme bıraktı.

"Artık ikimizin de düşme tehlikesi var farkında mısın?"

Başımı ciddi bir biçimde sağa sola salladım. Ona göz kırpıp güldüm.

"Eğer düşecek olursan ben seni tutarım merak etme."

Calum başını sallayıp güldü ve elimi tutuşunu sıkılaştırdı. Ona doğru yaklaşmak için birkaç üzümü ezerek ilerlemeye başladım. Bir anda kabuğundan çıkan cesaretim Calum'ı şaşırtmış olsa gerek ona baktığımda onu kaşlarını kaldırmış beni izlerken buldum. Ellerimizi birbirine daha güçlü bir şekilde kenetledim ve bana gelmesi için onu çekiştirdim. Çünkü bu üzüm ezme macerası o kadar da hoşuma gitmemişti ve geri kalan yolu onun tamamlamasını istiyordum.

"Ophelia daha yarısına bile gelmedin."

Yolu bitirdiğimi sanan ben, Calum'ın sızlanışını duyunca başımı çevirip arkama baktım. Tekrar Calum'a döndüğümde artık yüz ifadem nasılsa onu kahkahalara boğmuştu.

Tüm bunlar yetmezmiş gibi Merle yanımıza gelip büyük bir kova daha üzümü aramıza bırakıvermişti. Şaşkınlıkla aralanan ağzım Calum'ın daha coşkulu kahkahalar atmasına sebep olmuştu. Hatta o kadar kapılmıştı ki elimi bile bırakmaya kalkışmıştı. Sıkı tutuşum sayesinde bunu başaramamıştı ama yine de gülmeye devam ediyordu.

"Bizi ayırmaya çalışıyorlar ama sen karşıma geçmiş gülüyorsun."

Calum, sızlanışıma yine gülerek karşılık verdi ve ona doğru gelmem için ellerimi daha sıkı tutup yüreklendirdi. Bu sırada kendisi de istemediği halde teknedeki üzümleri ezmeye başladı. Başını eğip kendini yaptığı işe odakladığında oluşan alnındaki o gergin çizgiye baktım. Tüm dikkatini verdiğini göstererek kaşlarını çatıp benden daha kolay adım atacak kadar önünü ezdi.

Aramızı biraz daha kapatınca başını kaldırıp ona bakmakta olan bakışlarımı yakaladı.

"Neden bana öyle bakıyorsun?"

Kaşlarımı kaldırdım.

"Nasıl bakıyorum?"

Anlık olarak yüzünden anlamadığım bir ifade geçti. Ona nasıl baktığımı gerçekten bilmiyordum ama bir yanım onun çabalamasını görüp umutlanmaya başlamıştı. Calum hâlâ hayata tutunmaya çalışan bir insandı. Her ne kadar üzgün ve pes etmiş görünse de günün karmaşasının içinde ufacık kalan böyle anlarda bakışlarında o tanıdığım Calum'ı görüyordum.

Buraya neden geldiğimi her gün gözden kaçırıyordum ama geceleri yatağımda günü değerlendirirken bu anılar bana amacımı ve amacıma doğru nasıl emin adımlarla ilerlediğimi gösteriyordu. Belki de bu yüzden daha rahat Calum'a yaklaşabiliyordum. Amacımı unuttuğumda doğal davranıyordum. Tüm ilgimi ona ve geçici katıldığım yeni hayata adıyordum. Bu sayede de Calum, zırhının delindiğini fark etmiyordu.

"Iyy! Şu halinize bakın."

Nihayet teknedeki tüm üzümleri ezmeyi bitirdiğimizi düşünüp yalnız kalacağımıza sevinirken işittiğim ses yüzümü buruşturmama sebep oldu.

Calum, bize iğrenerek bakan Ian'a ve onun yanında duran Cassandra'ya döndü. Cassandra'nın bizim kenetli duran ellerimizden gözünü ayırmadığını görünce Calum'ın ellerimizi ayıracağını sandım ama o, daha sıkı tutup omuz silkti.

Where I End And You BeginHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin