[pörpıl, keyifli okumalar diler.]
Yağmur yağıyordu. Gökyüzünün aldatıcı bir güzelliği vardı oysaki bu sabah. Fukuoka da her şey Seul de olduğundan daha güzeldi. Hayali bir evrende hissediyordunuz sokaklarında gezerken kendinizi. İnsanların arasında, burada, her yerde olduğundan daha özgüvenli hissettiren bir enerji vardı. Şehrin üstü kara bulutlarla kaplanmadan nisan yağmuruna mahrum kalmıştı.
İki gün önce Seul'den gelmiştim ve bu süreçte tek yaptığım uyumak ve stresimi atmak olmuştu. Uçuştan sonra şirkete geçtiğim yolda babam aramış artık gelmeme gerek kalmadığını söyleyerek eve geçebileceğimi söylemişti. Uzun ve yorucu bir uçuştu ve bunu söylemesine başta gıcık olsamda sonradan içimdeki ses kaliteli bir uçuş geçirmenin verdiği tatminle sakinleşti. Üzerimdeki uyku sersemliği ve yorgunluğu atmam tam iki günümü almıştı. Ben de bu süreçte ailemle yemeğe çıkmış biraz film izlemiş, bolca orman parkına bakan mütevazi evimizde kitap okuyarak geçirmiştim bu zamanı.
Yoongi ve Hoseok beni arasada saat çakışması yüzünden bir türlü konuşamamıştık. Ne zaman döneceğimi soruyorlardı ve bende ne zaman döneceğimden emin olmadığım için cevap veremiyordum. Bu yüzden kafam biraz dalgındı. Onlara seminer için Fukuoka'ya uçtuğumu söylemiştim. Arkadaşlarıma yalan söylemekten hoşlanmıyordum. En azından buradan elim boş dönmemeliyim diye düşünmüştüm. Böylece alışverişe çıkma kararı almıştım.
Annem izin günündeydi. Evdeki sessizliği bozarak kapıya çıkmış paltomu giyiyordum. Elinde bir kupa kahve ve ipadiyle durakladığında daha öğlen olmamıştı.
"Seul'e mi dönüyorsun?"
Başımı iki yana sallayıp trençkotumu düzelttim. Saks mavisi ceketim açık renk yırtık kotumla uyumluydu.
"Hayır, biraz alışveriş yapacağım. İstediğin bir şey var mı?"
Omuzlarını çekip bıraktı. Cevap vermeden gideceğini sandım ama araba anahtarlarını gösterip alabileceğimi söyleyince kabul ettim.
Hep böyleydik. Kariyer kadınının sürpriz erkek çocuğuydum. Annem bana hamile kaldığında babam mutluluktan uçmuştu. Annemse beni aldırmaya çalışmış, iki kez düşürmeye çalışmıştı. Babam bir çocuk istiyordu ve annem istemiyordu. Ben doğduğumda etrafımda en çok gördüğüm kişi babamdı. Annemle çok iyi anlaşmazdık ama çok kötü de sayılmazdık. Tuhaf bir duvar vardı aramızda o kadar.
Yağmurun ansızın bastırması ise ben evden çıktıktan bir saat kadar sonra gerçekleşmişti. Arabada olsam bile şaşırmıştım. Şimşek gökyüzünü parçalamak ister gibi çakmıştı. Hava günlük güneşlikti oysaki beş dakika önce.
Alışveriş merkezinin kapalı otoparkı bugün açık değildi. Açık otoparka park edersem içeri geçene kadar sırılsıklam olacağımı biliyordum. Kapıya en yakın park alanını bulmak için dönüp duruyordum.
Filmlerdeki gibiydi.
Yazarların neden hayali bir evren kurmuş gibi süslü püslü cümleler kurduğunu o bir saniyelik anda kabul ettim. Elinde beşten fazla torba, deri ceketi ve dar siyah kotuyla onu üniforması dışında ilk kez görmeme rağmen bile hemen dikkatimi çekmişti. Yağmur şiddeti yüzünden gözlerini kısmıştı. Sağa sola bakıyor, durmadan park yeri arayan arabalar arasında muhtemelen taksi arıyordu. Kornoya basıp dikkatini çektiğimde irkilerek bana doğru döndü. Beni farketmesi için camı açıp bağırdım.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
kokpit | 🛩
Fanfiction"Merhaba, bana sakso çekmiştin. Hatırladın mı?" [𝖪𝗈𝗄𝗉𝗂𝗍: Uçağın pilot kabinine verilen isim.]