Gittikçe daralan duvarlar arasında seri adımlarla ilerledi, yürüdü ve koştu. Zifiri karanlık nihayet dağıldığında artık bu köhne geçidin sona erdiğini anladı. Gün ışığına tekrar kavuştuğunda nefes nefeseydi, son basamakları aşmadan evvel duvara yaslandığında şaşkınlıktan gözleri fal taşı gibi açıldı. Ellerine bakmaya çalıştı, kanatlarına ve vücuduna ama duvar ve zemin hariç hiçbir şey göremedi. Gölgesi bile yoktu Eran'ın, sahiden de görünmez olmuştu. Gar'hun'un gücünün nelere kadir olduğunu şimdi oldukça net bir şekilde anlıyordu. Hocasını övüp minnetler yağdıracak bir karakterde olmasa da Amenia'yı kurtarınca içtenlikle teşekkür etmeyi ihmal etmeyecekti genç adam.
Basamakları aştığında gayriihtiyari kaşları çatıldı önce ardından da duraksadı. Bir anda alenen açık ortada buldu kendini. Kuzey ormanına bakan bahçeyle arasında kuru yaprakları her sarsıntıda dökülen bir çalı vardı. Tek sorun bu da değildi, dört bir yanda nöbetçiler telaşla koşup uçuşuyordu. Eğer ki görünmez olmasaydı yakalanması işten bile değildi. Yine de temkini kanattan bırakmamalıydı, zira adım attıkça hışırdayan çalı bile onu tehlikeye düşürebilirdi.
Aceleci hareketlerine rağmen nereye gideceğini bilmiyordu genç adam, Amenia'yı kalbinde hissetse de onun yaşadığına emin olsa da nerede olabilirdi bilmiyordu. Üstelik İro'nun da kaçak olduğunu duymuştu, bu sefer kadim dostu ona yardım edemezdi. Amenia'nın iyi olmasını temenni etmekten başka bir çaresi yoktu. Adım adım ilerleyerek çalıdan çıkmayı başardı, omzunda ve kanatlarında kalan kuru yaprakları silkeledi, etrafına bakındı. Solunda Andarun Kalesi, sağında Kuzey ormanı dört bir yanında ise sayısız kanatlı asker vardı. Kaleye gidip bir şeyler alacak zamanı yoktu, daha kaç dakika görünmezliği devam ederdi bilmiyordu, ormana baktı. Gar'hun o Lutha'nın ormandan koşarak geldiğini söylemişti, üstelik sık ağaçlar içinde saklanmak daha kolay olurdu. Uçarsa kanatlarının oluşturacağı esintinin dikkat çekeceğinin farkındaydı, tehlikeli olsa da yürümek daha güvenliydi. Sağına dönüp ilerlemeye başladı.
Genç adama dair hiçbir şey görünmüyordu, sadece bastığı yerde çimenler boynunu bükerek eziliyordu. Onlarca kişinin arasından yürüyerek ilerledi. Kanadının dibinden geçen Seferdarların hiç biri onu fark etmedi, ayak izlerini nöbetçilerden hiç birisi görmedi. Görünmezlik Eran'a cesaret bahşediyordu, biraz daha hızlandı. Hemen ardında ayak izlerine kenetlenmiş bir çift göz olduğunu fark edemedi.
Ormana çok az kalmışken bir anda güçlü bir rüzgâr esti, hala görünmez olsa da saçlarındaki asi tutamlar savrulup Eran'ın yüzüne çarpıyordu yine. İlerlerken elini yüzüne siper etti, gözlerini kırpıştırdı. Rüzgâr yerdeki tozu toprağı havalandırarak esmeye devam etti.
"Acele et," esintinin içine karışan ihtiyar kadının sesini işitti bir kere daha. Kaşlarını çatıp gözlerini açtığında bu sesi neden duyduğunu anladı. Elleri, kolları, zırhı tekrardan renkleniyordu. Ateşböceklerinin yanan titrek ışıkları gibi görünmezliğini kaybediyordu. Üstelik tam karşısındaki ağacın altında iç ısıtan turuncu renk bir ateş fark etti. Bu ateşin öylesine bir alev yığını olmadığını hemen anladı. Bir ateşkan Eran'a bakıp ağaca süründü, sevimli bir tilki yavrusu olarak kuru dallar arkasına atlayıp gözden kayboldu. Bunun bir işaret olduğunu anladı Eran, o ateşkanı tanımıştı elbette. Ormanda makton saldırısından sonra Amenia baygınken başlarından bir an bile ayrılmayan yaşayan ateşti o! Kalbi daha önce hiç atmadığı kadar coşkulu atmaya başladı. Artık bilinmezin peşinde değildi, o ateşkanı takip etmesi gerektiğinin farkındaydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HİDDARUN *Düzenlenecek*
FantasyWattys 2018 "Dünya Kuranlar" kazananı! Bir evren hayal edin: İçerisinde düzinelerce galaksinin bulunduğu, rengârenk yıldızların sonsuz karanlıkta parladığı, gezegenlerin yörüngelerinde uyum içerisinde dolaştığı Poleane adlı evreni düşünün... Çekin...