"Senin içine girdiğim zaman,
Dışımda kalıyorsun.
Senin dışından sana bakınca,
İçime sığmıyorsun."
-Özdemir Asaf, Perspectif
Eğer o geceden sonra ne oldu diye soracak olursanız, aslında hiçbir şey olmamıştı. Eve gittim ve dosdoğru uyudum. Tamam, uyumadan önce biraz onu düşünmüş olabilirim. Karanlıkta, loş ışıkta yağmur damlalarıyla parlayan güzel yüzü aklımın gri, kirli ve eskimiş bir sayfasına çizilmiş gizli bir hediye gibiydi. Halbuki insanların yüzünü çabucak unuturdum, onunkini hala bu kadar net hatırlamam sıradışıydı.
Bazen sadece bazı insanlarla daha farklı bir şekilde, daha farklı bir hayatta karşılaşmış olmayı diliyordum.
Birbirinin aynısı olan üç gün daha geçip gitti. Kavgadan sonra okula geldiğim ilk günde Işık'ın bir kere bile bana baktığını görmemiştim. Aynı sınıfta olmamıza rağmen sanki ben yokmuşum gibi davranıyordu. Tıpkı Kerem gibi. O da kendini bize tamamen kapatmış haldeydi. Birkaç yakın arkadaşıyla takılıyor, ya yeni bir kavgaya karışıyor ya da bahçede basketbol maçı yapıyordu. Durumun böyle olması canıma minnetti. En azından Eda gibi beni gördükleri ilk yerde boğazıma yapışacakmış gibi durmuyorlardı. Okulda çoğu zamanımı bir şeyler okuyarak ya da uyuyarak tek başıma geçirmek konusunda kararlıydım. Daha olaysız bir hayatın formülü, hayalet gibi yaşayıp gitmekti.
Bu sabah evden çıkarken yine vitrinin üzerinde duran tozlu kutu gözüme çarptığında "Belki de buraları toparlamalıyım." diye geçirdim içimden. O kutunun içinde ne olduğunu merak ediyordum aslında. Sonra hemen bu fikirden vazgeçtim. Annemin ve babamın eşyalarının yerini değiştirirsem ya da karıştırırsam sonrasında başım ağrıyabilirdi.
Bugün pek iç açıcı bir gün değildi. Benim haberim olmamasına rağmen herkesin haberdar olduğu bir matematik sınavı olmuştuk. Tüm sınav boyunca soruların hepsini aklımdan kısa sürede çözmeme rağmen kalemi pek oynatmadım. Yani kısacası, hep yaptığım gibi. Sınavlardan alacağım notlar hiçbir zaman umrumda olmamıştı.
Okuldaki 'dahi' çocuk şöhretimin yaygın olduğunu biliyordum. Küçüklüğümden beri bir sürü bilim, matematik yarışmasında aldığım ödüllerim ve derecelerim vardı. Hayalini kurup tasarladığım projelerimin dosyaları hala odamda duruyordu. Tek bildiğim küçüklükten beri bir şeyler yaratmaya ve tasarlamaya ilgili olduğumdu. Annemler bu durumu fark edince beni doğrudan özel bir laboratuvar eğitimi alabileceğim bir kursa yollamıştı. Orada da garip biri olmama rağmen okuldan çok daha fazla keyif almıştım. Sürekli bir şeyler hesaplarken ve deneyler yapmaya çalışırken sanki kendimi bulmuş gibi hissederdim. Öğrendiğim birçok şey orası sayesindeydi.
Tabi kullanmadıktan sonra 'deha'nızın hiçbir değeri kalmazdı. Zaten hiçbir zaman da bir dahi olduğumu düşünmemiştim. Sayılarla ve formüllerle arası iyi olan bir çocuktum sadece. Zamanla elimi ayağımı her şeyden çekmiştim. Kabuğuma gittikçe çekilmeye devam ederken yıllarca çalıştığım laboratuvarımdan, çalışma ekibimden da ayrılmıştım. Ailem de bunun üzerine gitmeyi kesmişti. Sanki kendi kendimi bitirmeye yemin etmiş gibiydim. Elimi neye atsam sonu hüsranla bitiyordu.
Ama zordu işte. Bir gününüz bir gününüzü tutmazken, bazen günlerce odanıza kapanıp ölü gibi uyurken ve sırf bu yüzden okulunuzdaki sınavlarınızı bile kaçırırken, sevdiğiniz herkesi kendinizden uzaklaştırırken hayata tutunmak zordu. İnsanların, ailemin bana bakınca ne düşündüğünü biliyordum. "Ah Sinan, ne de zeki bir bilim insanı olurdun, tabi kafadan kırık olmasaydın." Biliyorum, notlarımı yüksek tutup bir mühendis olabilirdim. Ben ise böyle olmayı seçmiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Duman ve Bal [Sinan×Osman]
Teen FictionBağımlılık yapan bir şeydi bu adam. Bakışları, gülüşü kafamı güzel yapacak kadar iyiydi. Bir kere dudaklarını tadınca ondan uzak kalmak imkansızdı. Hem tehlikeli hem de iyi hissettiren, tekrar ve tekrar isteyeceğiniz türden bir şeydi. Tıpkı uyuşturu...