"Ben o doğum sancılarıyla kıvranan odamda,
Bir süredir hiç kımıldamıyorum.
Hiç kımıldamıyorum, dersem,
Ölümün eskizlerini çiziyorum eskisi gibi.
Yüzümün rüzgârıyla oynuyorum arada
Yüzümün rüzgârıyla...
Bu ufak yolculuk değiştiriyor beni.
Bir koltuktan bir başka koltuğa geçiyorum meselâ. Kendimi yerlerde sürüyerekten.
Yerler ki taş gibi soğuk,
Soğuk bir taş kabartmasına benzetiyor gövdemi.
Ne zaman – Ben bunu hiç bilmiyorum.
O zaman – O zaman mı, bilmiyorum.
Eski bir uygarlık kalıntısı gibi,
Bir başıma duyuyorum artık yalnızlığımı.
Bir başıma duyuyorum artık yalnızlığımı.
Ve beni
Bu çağ üstü duyarlık azıcık yatıştırıyor.
Ayağa kalkıyorum birden, boşluğa uzatıyorum ellerimi.
Mırıldanıyorum sanki ara vermeden,
Sesi yitmiş bir tanrının bana diyeceklerini."
-Edip Cansever, Oda
Zaman kavramımı tamamen yitirmiş gibiydim. Saate hiç bakmıyordum. Bazen odanın içinin karanlık bazen de aydınlık olduğunu görüyor, sonra tekrar uyumaya devam ediyordum. Karnım açlıktan sızlıyordu ama yataktan çıkacak halim yoktu. Günde bir kere dedeme ve köpeğime yemek vermek için çıkıyordum sadece.
Beynim, bedenim sanki hiç bitmeyen bir rüyanın içinde gibiydi. Kendi nefesimi yakalamaya çalışıyordum. Kendi ölümümü avuçlarımın arasında tutmaya çalışıyordum ama ruhum parmaklarımın arasından kaçıp etrafa saçılıyordu. Ne yaşıyordum ne de ölüydüm.
Yorganın altına kafamı sokmuş uyuyorken uyanmam ise diğerlerinin aksine çok daha gürültülü olmuştu. Bir elin uzanıp kafamdaki yorganı hızla çektiğini hissettim. Sudan çıkmış bir balık gibi yüzüme çarpan gün ışığını karşı yüzümü buruşturmuştum. Günlerdir ağzımı açıp kendi sesimi duymadığım için konuşmak bile zor geliyordu.
Kafam karışıktı. Kim gelmişti? Annemle babam eve geri mi dönmüştü yoksa?
Yattığım yerden doğrulmaya çalışırken yatağıma oturmuş, karşımda duran silüeti tanımaya çalışıyordum. Önce yeşil gözlerini sonra endişeyle ben izleyen yüzünü tanıdım. "Osman?" diye mırıldandım.
Daha ne olduğunu anlamadan beni hızla kendine çekip sarıldı. Başımı göğsüne yaslarken kollarını sıkıca omuzlarıma ve belime sarmıştı. Ben ise öyle kalakalmıştım. O kadar sıkı sarılıyordu ki göğsüne bastırılmış kulağım onun kalp atışlarını duyabiliyordu. Kalbi kafesini delercesine çarpıyordu.
Az sonra bunun korkudan ve endişeden olduğunu fark ettim. Ben anlamsız gözlerle hiçbir şey yapamadan dururken geriye çekilip kızarmış, yaşlarla dolu gözleriyle bana baktı. Yüzü kıpkırmızıydı ve nefes nefese kalmıştı. Ben muhtemelen solgun ve ölü gibi duran gözlerle ona bakarken yüzünü ellerinin arasına alıp gözlerimin içine baktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Duman ve Bal [Sinan×Osman]
Teen FictionBağımlılık yapan bir şeydi bu adam. Bakışları, gülüşü kafamı güzel yapacak kadar iyiydi. Bir kere dudaklarını tadınca ondan uzak kalmak imkansızdı. Hem tehlikeli hem de iyi hissettiren, tekrar ve tekrar isteyeceğiniz türden bir şeydi. Tıpkı uyuşturu...