"Gün gelip artık bana değer vermez olduğunda,
Senin yanında yer alıp kendime karşı çıkacağım,
Hor görüp yüz çevirdiğini gördüğüm zaman bana;
Haksızlık etsen de, senin hakkını savunacağım.
En zayıf yanlarımı en iyi ben bildiğime göre,
Çekinmeden açığa vurup arka çıkabilirim sana,
Kusurlarımdan hangisi benim için en büyük lekeyse
Beni kaybederken büyük şan kazanırsın aynı anda.
Üstelik bu işte benim için de kazanç var;
Çünkü seven düşüncelerim sana yöneldikçe daima,
İster istemez kendime vereceğim zararlar,
Sana yarar sağlarken, kat kat yarar getirecek bana.
Öyle bağlıyım ki ben sana, öyle ki benim sevgim,
Sen haklı olasın diye, her haksızlığı üstlenirim... "
-William Shakespeare, Sonnet 88
Yarım yamalak olan uykum bölündüğünde salonun içi kış güneşiyle çoktan aydınlanmıştı. Pencerenin önündeki, üzerine uzadığım kanepeye göz alıcı sarı bir ışık yansıyordu. Her şey huzurlu ve normal duruyor gibiydi, neredeyse her şey.
Kaşlarımı çatarak uyku sersemi halimle doğruldum. Odayı Osman'ın sık nefes alıp verişi ve inlemeleri dolduruyordu. Karşı koltukta yatan adama baktığımda gözleri kapalı bir şekilde ağlamaklı bir yüzle acıyla feryat ettiğini ve vücudunun sarsıldığını gördüm. Kahverengi saçları terden ıslanıp alnına yapışmıştı. Şakaklarından ve boynundan aşağı ter damlaları kayıp gidiyordu. Önce bunun yaraları yüzünden olduğunu düşündüm ama sonra kabus gördüğünü fark ettim.
"Anne..." diye mırıldanıp duruyordu.
Tüylerim diken diken olurken hızla kalkarak yanına gittim. Onu korkutmadan nasıl uyandıracağımı bilmiyordum ama diğer yandan bu acısına bir son vermek istiyordum. Elimi yavaşça omzuna koyup onu dürttüm ve fısıldadım. "Osman, hadi uyan."
Ona birkaç kez daha seslendim ama uyanması cidden uzun zaman almıştı. En sonunda biraz daha sert bir şekilde sarstığımda gözleri kocaman açıldı. Sanki boğuluyormuş gibi derince bir nefes alarak doğruldu.
İçmesi için biraz su getirdiğimde gözleri yaşlarla ıslanmıştı. Hiçbir şey söylemeden gözlerini yere dikip sessizce orada oturdu. Sanırım rüyasında gördüklerini tekrar hatırlamaya çalışıyordu. Belki de ne gördüğünü zaten hayatı boyunca asla unutamayacaktı.
Kafasının ne kadar dağınık olduğunu bildiğim için yanında sessizce oturup onun kendini hazır hissetmesini bekledim. İçimden uzanıp ona sarılmak geldi ama yapamadım. Şimdi bu durumdayken beni itmesinden korkuyordum.
İnsanın kendi zihnindeki şeylerin en korktuğu senaryolara dönüşmesi ne garipti değil mi? Bazen öyle şeyler görüyordum ki, kendi kendime 'Bu benim aklımda yaşıyor olamaz.' diyordum. Halbuki zihnimizin güvenli alanımızı yarattığımız şeyleri bize göstermesini bekleriz ama onun yerine en büyük düşmanımıza dönüşüp bize en korkunç şeytanlarımızı gösteriyordu. Herkesin en tehlikeli, en sinsi canavarları kendi zihninde, kendi ruhunda bir yerlerde gizleniyor, tüm güzel duygularımızı tüketerek besleniyordu. Bazılarınınki orada gizlenirken bir arzuya bürünüyordu. Ya da bir hayale, bir ödüle... Dıştan bakılınca mükemmel, içini fark edince dehşete düşürebilecek bir şey gibi, tıpkı aşk, para, arkadaşlık gibi...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Duman ve Bal [Sinan×Osman]
Teen FictionBağımlılık yapan bir şeydi bu adam. Bakışları, gülüşü kafamı güzel yapacak kadar iyiydi. Bir kere dudaklarını tadınca ondan uzak kalmak imkansızdı. Hem tehlikeli hem de iyi hissettiren, tekrar ve tekrar isteyeceğiniz türden bir şeydi. Tıpkı uyuşturu...