"Hayat, senin hayatın.
İzin verme itilmesine, kederli teslimiyetin içine.
Tetikte ol.
Çıkış yolları vardı hep.
Işık var bir yerde.
Çok parlak olmayabilir ama,
Def eder karanlığı.
Tetikte ol.
Tanrılar fırsatlar sunacak sana.
Fark et,
Ve kullan onları.
Ölümü yenemezsin ama,
Yenebilirsin ölmeyi yaşarken, kimi zaman."
-Charles Bukowski, The Laughing Heart
Kırk dokuz saat... Uyumadan geçirdiğim saatlerin sayısıydı. Kolumdaki saatime baktığımda an itibariyle iki bin dokuz yüz kırk dakika, on üç saniye ediyordu.
İnsan beyni çok garip. Yıllar boyunca bilim insanları neden içimizde uyumaya karşı bu kadar büyük bir dürtü olduğunu bir türlü çözememişler. Basit görünen ama açıklanamayan milyarlarca sorudan bir tanesi. Ben de sebebini bilmiyordum ama o gece istediğim tek şey o karşı konulmaz dürtünün bende de işe yaramasıydı.
O kadar çok ağrı kesici almıştım ki, ters tepmişti sanırım. Asla uyuyamıyordum. İki gündür ne evden ne de yataktan çıkmamıştım. Okula da gitmemiştim. Sanırım Osman'ın yeniden karşıma çıkmasından korkuyordum. Tabi adresimi biliyordu. İstese çoktan buraya gelebilirdi. Yine de içimdeki paranoyaya engel olamıyordum. Onu evime hiç almamam gerekirdi.
Ne zaman gözümü kapatsam gözümün önünden belli belirsiz anılar geçmeye başlıyordu. Hangisi gerçek hangisi hayal fark edemiyordum bile. Evet, iki gün uyumazsanız böyle olurdu işte. Halüsilasyonlar, sanrılar... Zamanla bir saniye önce söylediğiniz şeyi, hatta düşündüğünüz şeyi bile ayırt edememeye, gözlerini sabit tutamamaya, doğru düzgün konuşamamaya başlardınız. Biraz daha uykusuz kalmak vücudunuzda kalıcı hasar bırakabilirdi.
Gözümün önüne gelen kesik kesik sahneler, beynimde yankılanan cümleler vardı. Bazen okulda sıramda otururken, bazen evdeyken, bazen sahildeyken gördüğüm şeyler tekrar zihnimde canlanıyordu. Bir ara eskiden çalıştığım laboratuvardaydım. Bir ara okulda kavga ediyordum, arka sokakların birinde çocuklar beni kıstırıp kan kusana kadar dövüyordu. Sonra babamın yanı başımda oturduğu, annemin bana ninniler söylediği geceleri tekrar görüyordum. Gözlerim açıktı ama ben sürekli bir şeyleri düşlüyordum.
Çimenlerin üzerinde birinin kollarının arasında gülümseyerek yattığım an aklıma geliyordu. Bir saniye, böyle bir şey yaşamamıştım ki ben. Sadece bir hayaldi. Kerem, Eda, Işık'la beraber bira içip sahilde dans ettiğimizi görüyordum ardından. Bu hayal miydi yoksa cidden eski anılarımdan bir tanesi miydi? Zihnim o kadar bulanıktı ki ayırt edemiyordum. Tek istediğim uyumaktı. Lütfen biraz uyuyayım. Tamamen delirmeden, tüm algılarım ve sistemlerim çökmeden, ağlama krizlerine girmeden lütfen biraz uyuyayım.
Arkadaşlarımın, annemin birbirine karışmış seslerinin arasından Osman'ın sesini duydum bu kez. Tepenin başında konuştuğumuz akşamı tekrar yaşıyordum. Beraber okul çıkışı yürüdüğümüz, benim evime gelip yemek yediğimiz, sohbet ettiğimiz anlar aklıma geliyordu. Bunların hepsi gerçekti. Kulağıma gelen sesi, gülüşü gerçekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Duman ve Bal [Sinan×Osman]
Teen FictionBağımlılık yapan bir şeydi bu adam. Bakışları, gülüşü kafamı güzel yapacak kadar iyiydi. Bir kere dudaklarını tadınca ondan uzak kalmak imkansızdı. Hem tehlikeli hem de iyi hissettiren, tekrar ve tekrar isteyeceğiniz türden bir şeydi. Tıpkı uyuşturu...