"Ben sana mecburum bilemezsin
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
İçimi seninle ısıtıyorum."
-Atilla İlhan, Ben Sana Mecburum
Ben uyurken kar oldukça hızlı bir şekilde yağmaya devam etmiş, birkaç saatte etrafı beyaza bürümüştü. Vapurun içinde oturup cam kenarından denizin dalgalarında uçuşan iri kar tanelerini izliyordum. Karlar güvertenin üzerine ağır ağır değil, hızla ulaşıyorlardı.
Başımı cama yaslayıp dizlerimi kendime çekerken karın yağışını izlemenin bana ne kadar huzur verdiğini düşündüm. Aklıma hemen küçüklüğüm gelmişti. Eskiden babam kış mevsiminde bazen bizi dağ evine götürürdü. Geç saatlere kadar şöminenin başında otururken hikaye anlatma yarışına girerdik. En yaratıcı hikayeler her zaman annemden çıkardı. Biz de onunla birlikte babamı bu konuda sinir etmeye bayılırdık. İstemsizce gülümsedim. Eve gidince bir ara onları arayacaktım. Ne zaman geri döneceklerini merak ediyordum.
Vapurdan inip ellerim cebimde kalabalıkların arasında yürüdüğümde her yerim buz gibi olmuştu. Osman'ın apartmanının içine girince bu sefer gördüğüm manzaraya ve garip insanlara aldırmadan en üst kata kadar çıktım. Kapının önünde dikilip zili çaldığım sırada hala soluklanmaya çalışıyordum. Sabah kapıyı çekip çıkan Osman'dı ama sonuç olarak geri dönüp onun kapısına gelen kişi ben olmuştum. Vay be, bu adam beni nasıl ayağına getireceğini cidden biliyordu.
Kapı açılmayınca bir an evde yok diye korktum. Bir kez daha zili çaldığımda fark ettim ki, içeriden konuşma sesleri geliyordu. Kulağımı hafifçe kapıya yaklaştırdım. Uğultular geliyordu ama kelimeleri bir türlü seçemiyordum. Evde kim vardı?
"Osman? Orada mısın?" diye seslendim bu sefer elimle kapıya vururken.
En sonunda kapı aralandığında karşımda Osman değil, başka bir adam duruyordu. Nutkumun tutulmasına sebep olan şey ise adamın elindeki tabancayı bana doğrultmuş olmasıydı. Bir şey söylemeden önce içeriye göz attım. Salonda Osman dışında üç tane daha adam vardı. İri yarı, uzun boylu olan şu an karşımda duruyordu. Onun dışında odanın köşesinde, pencerenin önünde esmer birisi daha vardı. Belindeki silahı buradan görebiliyordum. Osman hemen onun yanında ayakta tedirgin bir şekilde dikiliyordu.
Sonunda gözlerimi kanepede arkası bana dönük bir şekilde oturan kel adama çevirdim. Yüzünü ancak koltukta geriye dönüp bana baktığında görebilmiştim. Sakin kalmaya çalıştım ama benden birkaç adım uzakta duran namluya bakınca bunu yapmak zor oluyordu. Burada ne halt dönüyordu?
Osman sakince konuştu ama çenesinin kasıldığını buradan bile görebiliyordum. "Gelenin arkadaşım olduğunu söylemiştim, endişelenecek bir şey yok."
Kanepede oturan orta yaşlı, sakallı ve yanağında ince bir bıçak yarası olan adam ortamın gergin havasıyla tezat oluşturacak bir şekilde bana bakıp gülümsedi. Eğer gözlerinden tam bir şerefsiz olduğu okunuyor olmasa bu gülümsemenin içten olduğunu bile söyleyebilirdim. Beni süzüyordu.
"Osman haklı." dedi adam gülümsemeye devam ederek. "Onun misafiri bizim misafirimiz sayılır, böyle karşılamak hiç hoş değil."
Kapının önünde duran adam bana dik dik bakarken silahını indirip geri çekildi ama yine de temkinli durmaya devam ediyordu. Kaçıp gitmek istesem de kendime hakim olup içeri geçerek kapıyı örttüm.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Duman ve Bal [Sinan×Osman]
Teen FictionBağımlılık yapan bir şeydi bu adam. Bakışları, gülüşü kafamı güzel yapacak kadar iyiydi. Bir kere dudaklarını tadınca ondan uzak kalmak imkansızdı. Hem tehlikeli hem de iyi hissettiren, tekrar ve tekrar isteyeceğiniz türden bir şeydi. Tıpkı uyuşturu...