Bu kitabı bu bölüm için yazdım ama bu üstüne oynamaya değer bir kumar mıydı bilmiyorum. Onu siz bileceksiniz artık. Bu arada fragmanı beğenmedim, hatta nefret ettim tabiki de.
"Bütün dünya ölüme düşer kapattığımda gözlerimi;
Açarım göz kapaklarımı ve doğar herşey yeniden.
(Sanıyorum kafamdan uydurdum seni.)
Yıldızlar vals yaparlar, kırmızı ve mavi,
Ve keyfi bir siyahlık dörtnal peşinden:
Bütün dünya ölüme düşer kapattığımda gözlerimi.
Düşledim büyüyle beni yatağa çektiğini
Ve çılgınca öptüğünü, delice şarkı söylediğini.
(Sanıyorum kafamdan uydurdum seni.)"
-Sylvia Plath, Mad Girl's Love Song
Babamla sabahın ilk saatlerinde, sessizliğin ve huzurun içinde bir göl kenarında oturuyorduk. Oltalarımızı suyun içine daldırmış bir halde sabırla bir balığı yakalamayı bekliyorduk. Sadece ikimiz vardık. Hayatımda en huzurlu hissettiğim, hala unutamadığım anlardan birisiydi.
Tabi o zamanlar ben, babamla beraber yalnız başımıza yaptığımız bu kısa haftasonu tatilinin sırf annemle babam kavga ettiği için olduğunu bilmiyordum. Meğerse annem ağlayarak yalnız kalmak istediğini söylemiş, babam da beni sabahın köründe yatağımdan aldığı gibi buraya getirmişti. Çocuktum işte. O zamanlar masum aklım, annemin neden bizimle gelmediğini fazla sorgulamamıştı.
Gölün sakin suyunu izlerken babamın gözleri uzaklara dalmıştı. "İnsan yıllar boyu nefes alır, hayatta kalır ama aslında sadece tek bir an gerçekten yaşar Sinan." demişti bana. "O an gelene kadar gerçekten yaşamadığının farkına bile varmazsın. Sanki onca zaman gözünün önünde bir perdeyle yaşamışsın gibi gelir."
Yüzündeki düşünceli ifadeyi dikkatle izledim. "Peki o an, çok mutlu bir an mı olacak?"
Bana dönerek buruk bir şekilde baktı. "Öyle olacağını sanarsın ama hiç belli olmaz. Ya hayatının en mutlu anı olur, ya da en kötü anı. Sadece çok şanslılar o anını mutlulukla doldurur."
Babam daha fazla bir şey söylemeyince ikimiz de karşımızda duran ağaçların üzerinden uzanan mavi gökyüzünü ve yavaşça tepeye doğru yükselen güneşi izledik. O an bir mıh gibi aklıma kazınmıştı. Her detayıyla berrak bir şekilde hatırlıyordum.
"Belki de bilmemek, bilmekten daha iyidir." diye düşünmüştüm. Belki de bizi hayatta tutacak kadar mutlu olduğumuzu düşünmemizi sağlayan şey gözlerimizin önündeki o perdedir. Belki de o perde kalkınca kaldıramayacağımız kadar büyük korkularımızı, pişmanlıklarımızı, hatalarımızı gördüğümüz için öyle büyük bir yük binecekti ki omzumuza, yola daha fazla devam edemeyecekmiş gibi hissedecektik.
Bunun ortası yoktu. Hayat ya acıdan ibaretti ya da mutluluktan. Her şey o an geldiğinde perdenin arkasında gerçekten ne olduğunu göreceğinizle ilgiliydi.
***
O gece boyunca Osman'ın kolları arasında uyudum. Hem beni korumak için benden uzak kalmak, hem de evime her an birileri gelip bana zarar verir diye yanımda durmak istiyordu. En sonunda kalmaya karar verdi.
Karanlık odada yan yana uzandığımızda gözlerinde parlayan yaşları seçebiliyordum. Sıcak yaşları yüzünde dolaşan elime damlıyordu.
"Kim bilir," diye fısıldadı yüzüme buruk bir gülümsemeye bakarken. "Belki de bu birlikte son gecemizdir."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Duman ve Bal [Sinan×Osman]
Roman pour AdolescentsBağımlılık yapan bir şeydi bu adam. Bakışları, gülüşü kafamı güzel yapacak kadar iyiydi. Bir kere dudaklarını tadınca ondan uzak kalmak imkansızdı. Hem tehlikeli hem de iyi hissettiren, tekrar ve tekrar isteyeceğiniz türden bir şeydi. Tıpkı uyuşturu...