Günün birinde gökyüzünü delercesine uzanan dağların arkasında, sık ormanların arasına gizlenmiş şehrin içinde yaşayan genç adamın biri kendi efsanesini yaratmak için düşmüş yollara. Bir göçebe gibi evi, ailesi, yurdu olmadan sırtında çantasıyla, elinde pusulasıyla, kalbinde ümitle düşmüş yollara.
Aylar birbirini kovalar ve mevsimler ardı sıra geçip giderken yolunu kaybetmiş genç bir simyacı adam çıkmış karşısına. Gözlerinin ışığı sönmüş, teninin rengi solmuş halde, siyah pelerininin altındaki yorgun bedeniyle sanki yaşlı bir bilge gibi duruyormuş bu simyacı. İçinde parıltıların yanıp söndüğü şişeyi torbasından çıkarıp göstermiş göçebeye. "Bunu her kim içerse gerçek aşkı ve tutkuyu kalbinde hisseder." demiş gizemli bir havayla.
Gözlerinde yeşil kıvılcımlar dans eden, genç ve toy göçebenin kalbini sarmış bir heyecan. "Belki de bu sayede kendi efsanemi yaratabilirim." diye düşünmüş. Hiç tereddüt etmeden içmiş şişenin içindekini. Önce kalbi sığmamış göğsüne, sonra kanı kaynamaya başlamış. Kime aşık olacağından habersiz gezerken etrafta, ne zaman kaçsa yine döndüğü kişinin simyacı olduğunu fark etmiş. Meğerse aşık olduğu kişi oymuş.
O solgun, yorgun, siyahlar içindeki mutsuz adam bir anda güzel gelmiş gözüne. Zaten kendisi önceden de hayat doluyken şimdi iyice sığmıyormuş içi içine. "Bu adamı sevgimle iyileştirebilirim, ışığımı onunla paylaşabilirim." demiş kendi kendine. Tek istediği sevdiğini canlandırmak, ruhuna hayat doldurmakmış.
Gün geçtikçe simyacı iyileşmiş, yüzüne renk, gözlerine ışık, kalbine aşk, benliğine çocuksu bir sevinç gelmiş. O günden güne daha da iyileşirken göçebeyle kör kütük aşık olmuşlar birbirlerine. Ama bu sefer de o genç, mutlu göçebe başlamış gittikçe çökmeye. Sanki simyacı aşkıyla beraber onun tüm ruhunu da kendi karanlığını iyileştirmek için kullanıyor, hatta adeta sömürüyormuş. Her gün biraz daha sönüyormuş göçebenin gözlerinin ışığı.
"Olamaz." demiş simyacı. "Bu adam benden aldığı karanlıkta kaybolup gidecek."
Göçebenin peşine takılmış olan simyacıyla yaz kış demeden devam etmişler yollara. Bir gece göçebe ölü gibi bir halde otururken ateşin başında, ansızın bir yıldız çarpmış gözüne. Yıldız öyle parlakmış ki gözlerini kamaştırmış. Geceye güneş doğmuş. Sanki ciğerlerine uzun zaman sonra ilk defa hava dolmuş, bakışlarındaki o gri perde kalkmış gibi hissetmiş.
Yıldız seslenmiş ona. "Sen yolunu kaybetmişsin göçebe, bırak da senin kutup yıldızın olayım, kaybettiğin ruhunu geri vereyim sana."
Duyduklarına inanamış göçebe ama karşısındaki yıldız ona göz kırparak melek gibi bir silüete dönüşmüş. Tıpkı iksiri ilk içtiği anki gibi çırpınmış yüreği genç adamın. Daha o anda ruhunun tekrar canlandığını hissetmiş. Sanki uzun zamandır kalbini sıkan zincirler kırılmış, kopmuş simyacının karanlığından. Karanlık birer birer terk ediyormuş ruhunu.
"Sahiden kurtarabilir misin beni?" diye sormuş genç göçebe hevesle.
Yıldız karşısında yanıp sönerek dans etmiş. "Simyacının tükettiği tüm yaşamı geri verebilirim sana, ama tek bir şartla; benimle devam edeceksin yola."
Göçebe geri çekilerek tereddüt etmiş. "Ama baksana ne kadar parlak ve güçlü olduğuna. Onu da kurtaramaz mısın benim gibi?" diye sormuş yalvarırcasına.
"Bazı ruhların karanlığına benim gücüm bile yetmez. Eğer izin verirsen seni kurtarabilirim yalnızca." demiş yıldız lacivert gökyüzünden dağın başında oturan göçebeye doğru.
Göçebe çok korkmuş yıldızın çekip gitmesinden. Çünkü biliyormuş ki, eğer o olmazsa simyacının aşkının düğümleriyle bağlamış kalbi kan kaybedecek, daha da hiçliğe gömülecek ruhu.
Yıldızın güzelliği efsunlamış onu, ışıltısıyla kalbi aydınlanmış, adeta mest olmuş. Bir anda içinde o iksirin sihri solup gitmiş. Simyacının karanlığından kurtulmak istemiş.
Sabah olup güneş doğduğunda dağın başında uykusundan uyanmış simyacı. Kalbinde bir sızı, yanında bir boşluk hissetmiş. O an fark etmiş ki, göçebe yıldızın peşinden tek başına düşmüş yollara. Bir daha sonsuza kadar bulamamış onu, simyacı da tekrar gömülmüş karanlığa.
(Osman Demirkan'ın 1997'de yazdığı Göçebe ve Simyacı tiyatro oyunundan hikayeleştirilmiştir.)
Bu yolculukta buraya kadar benimle gelenlere teşekkür ederim. Elimden gelenin en iyisini yansıtmaya çalıştım ama çok iyi olmadığımı biliyorum elbette. Sinman artık en başından beri benim yarattığım bir şeymiş gibi hissettiriyor ve bu aslında çok özel bir his. Keşke sadece benim yazdıklarımda değil de, ekran karşısında da hak ettikleri hikayeyi alabilselerdi. Her neyse, sanırım bunu geride bırakmalıyım artık. Tekrardan okuyan herkese teşekkür ederim, yorumlarınız benim için hep çok değerliydi <33
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Duman ve Bal [Sinan×Osman]
Roman pour AdolescentsBağımlılık yapan bir şeydi bu adam. Bakışları, gülüşü kafamı güzel yapacak kadar iyiydi. Bir kere dudaklarını tadınca ondan uzak kalmak imkansızdı. Hem tehlikeli hem de iyi hissettiren, tekrar ve tekrar isteyeceğiniz türden bir şeydi. Tıpkı uyuşturu...