"Sevgilim ölürsem eğer sakın ölme sen,
Bir de bizim acımız olmasın şu ülkede:
Sevgilim, ölürsen eğer ben ölmeden,
Paha biçilmesin ömrümüze."
-Pablo Neruda, Sonnet 92
O sabah aklımda yeni bir hatıra dönüp duruyordu. İşte bu yüzden kendimi eve kapatıp günlerce hiç durmadan düşünüyordum. Her seferinde artık hatırlanacak başka bir detay kalmadığını düşünsem de doğrusu, zihnimin derinlikleri tıpkı okyanusun uçsuz bucaksız diplerine benziyordu. Kumların, yosunların ve zifiri karanlığın ardında tüm güzelliğiyle parlayan hazineleri arayan define avcıları gibi ben de anı avcısı olmuştum.
Benim için yeni olan ama halbuki eskilerden kalma hatıralara o kadar ihtiyacım vardı ki... Eski Osman'la olan ufacık, tek bir anlık hatıra için bile ruhumu satardım. Bu, sonunu çok merak ettiğiniz ve devamını görmek için yalvardığınız bir film gibiydi. En ufak bir sahne için delirecek hale geliyordunuz.
Evet, hafızamı kaybetmemiştim ama kafamdaki bu hastalık bunca zaman boyunca onları geriye itmişti. Hatta öylesine bastırmıştı ki zamanla aşık olduğum, hayatımı adadığım kişiyi tamamen unutmuştum. Sanki o hiç var olmamışcasına hayatıma devam etmiştim. Bunun düşüncesi bile içimi ürpertiyordu. Bir daha asla ama asla Osman'ı unutmayacaktım.
Osman'la belki de yüzlerce anım vardı. Eğer hepsini hatırlayabilsem yüzlerce değil de, binlerce olduğunu da görebilirdim. Onunla tanıştıktan sonra hem arkadaş hem de ardından sevgili olduğumuz günlerimin hepsini neredeyse sadece onunla geçirmiştim. Her şeyi hatırlayıp hatırlamamam önemli değildi. Kalbim hatırlıyordu. Kalbim o acemi aşık hallerimi, aşkın ilk zamanlarındaki o utangaç ve çekingen halimi hatırlıyordu. Kısa bir zamanda sanki ömür boyu tanıdığım birine dönüşmüştü Osman benim için. Çehresi, gözlerinin yeşili, sesinin tonu boynuma asılmış bir tılsım gibi özel, bana ait bir parçaydı. Çok sevmiştim onu. Hala da seviyordum. Ama şimdi aşkın içine özlem, pişmanlık ve acı duygusu da eklenmişti. Acısıyla, tatlısıyla, kavgalarımıza rağmen yine de onunla olan tüm anılar renkli, sadece onun öldüğü gece benim için karanlık ve siyah beyazdı. O kara gecenin siyah beyazı diğer anıları da kaplıyordu sanki. Güzel olan her hatırayı mahvediyordu.
Bu sabah aklımda hiç durmadan dönen anının hayal olmadığına emindim. Gerçekti. Tam olarak ne zaman yaşandığını bile net bir şekilde hatırlıyordum.
Osman'la tanışalı bir ay olmuştu. Babamın evine gittiğim sayılı günlerden birinin akşamıydı. Normalde babamla birbirimizin yüzünü bile görmezdik. Annemle ikisi boşandıktan sonra aramıza fazlasıyla mesafe girmişti ama o da pek şikayetçi değildi zaten bu konudan. Oraya gitmemin sebebi, yeniden laboratuvarda çalışmaya geri dönmek istediğimi söylemekti. İçimde uzun zaman önce bende olduğunu unuttuğum bir heyecan duygusu vardı. Aslında hiç aklımda yoktu bunu yapmak. Bir gün Osman'la beraber okulun bahçesinde oturmuş, o yeni tiyatro metnini okurken sohbete daldığımızda küçükken yaptığım şeylerden ve bilimi ne kadar sevdiğimden bahsedince resmen gözleri parlamıştı. Ona kalsa, muhteşem bir şeydi bu. O günden beri sürekli bana bunu hatırlatıp yeniden laboratuvarda çalışmaya geri dönmemi söylüyordu.
Eski Sinan olsa ona bakıp gözlerini devirir ya da onu terslerdi. Ama demiştim ya size, aşık olduktan sonra siz bunu fark etmeseniz bile dünyaya farklı gözlerle bakmaya başlıyordunuz. Bir anda bir heves sarmıştı içimi. Sonra gidip bir akşam babamla bunu konuştum. On sekiz yaşından küçük olduğum için bu konuda onun imzasına ihtiyacım vardı. O ise izin vermedi. Oraya geri dönmemi istemiyordu çünkü ona göre benim gibi 'hasta' birisinin bu işi yapması tehlikeliydi. Daha çok zamana ihtiyacım olduğunu düşünüyordu. Sonu ise kaçınılmaz olmuştu. Babamla kavga ettikten sonra hışımla çıkıp gitmiştim evinden. Ağlayarak evime yürümüştüm.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Duman ve Bal [Sinan×Osman]
Teen FictionBağımlılık yapan bir şeydi bu adam. Bakışları, gülüşü kafamı güzel yapacak kadar iyiydi. Bir kere dudaklarını tadınca ondan uzak kalmak imkansızdı. Hem tehlikeli hem de iyi hissettiren, tekrar ve tekrar isteyeceğiniz türden bir şeydi. Tıpkı uyuşturu...