Korkularının üstüne giderek yara alır mı insan? Yoksa oradan uzaklaşıp içinde bir yerlerde hep o korkuyla yaşayarak yaraya alışılır mıydı? Her iki türlü yara alırdı insan ama önemli olan hasarı hangisinin daha az verdiğidir.
Adamın gözleri 'karanlığımda seni yok edeceğim' diye sessizliğe bağırıyordu. Ama kadın onun dilinden 'güven bana' deyişini duyuyordu sadece. Adam tatlı diliyle yılanı deliğinden çıkarmaya çalışırken kadın gözlerindeki karanlıkta bir ışık aramak istiyordu. Aşkın ilk kıvılcımları atılmıştı bu kor yüreklere...
Bile bile lades oynayacaktı kadın. Sırf aklımda demesi için bile kaybetmeyi göze alacaktı aşk. Kalbini açmadı kimseye kadın. Babası gibi büyük aşk istiyordu. Annesi gibi güzel sevmek istiyordu. Peki bu aradığı aşkı karanlık gözlerde mi bulacaktı...
İntikam almaya yeminli gelmişti. Ama şimdiden büyük konuştuğunun farkına varmıştı. Aklı ile kalbi arasında kalmıştı. Hangisini seçerse seçsin yara alacağını biliyordu. Geri dönemiyordu. Keşke dedi içinden keşke bu kahve gözlerinde kırk yıl hatrım kalsa. Olmayacağını biliyordu. Çok can yakacaktı. En çok da kahve gözleri yakacaktı. Onu da ateşine çekiyordu. Yolun sonu uçurumdu. Adam kızı o uçuruma yavaş yavaş çekiyordu.
Karan hoca elleri yüzünde bana bakıyordu. Baş parmağı ile yanağımı okşuyordu. Bir adımlık mesafe vardı aramızda.
Onu tanımıyordum. Bir kaç günde girmişti hayatıma. Ve girdiği andan beri hep kötü yüzünü görmüştüm. İçimdeki ses herşeye rağmen ona güven diye bas bas bağırsada başımı iki yana olumsuz bi şekilde salladım.
Parmakları yüzümü okşamayı bıraktı. Öylece gözlerime bakıyordu. Bir şeyler söylüyordu o gözler ama ben anlamıyordum. Bir adım geri giderek aramıza mesafe koydum.
"Ben size güvenmek istemiyorum. Sadece eşyaları alıp gitmek istiyorum. Ben gidene kadar köpeğinizi bağlar mısınız hocam? Fazla durmayacağım zaten "
Karan hoca hiç birşey demeden köpeğini alıp bahçenin arka kısmına gitti. Çok geçmeden geri geldi. Eli ile evi gösterip bana yol verdi.
Eve girdik beraber ama ev bi gecede savaş alanı gibi olmuştu. Masanın üstünden yere su damlıyordu. Masada yemek tabakları yarısı yerde yarısı masadaydı. Etrafta oyuncaklar saçılmış, kıyafetler, yastıklar...
Şaşkın gözlerimi evden çekip Karan hocaya baktım. Bıkkınca omuz silkip
" Bu kadarı geliyor elimden " dedi.
Aklıma Alya geldi. Kim bilir ne haldedir.
"Alya! Alya nerde napıyor?"
"Uyuyor şimdi. Allahtan kendi kendisine uyuyabiliyor."
"Onu görebilir miyim?"
"Tabiki odasını biliyorsun"
Başımı sallayıp Alya'nın odasına gittim. Sessiz olmaya özen göstererek kapısını açtım. Meleğim yatağında mışıl mışıl uyuyordu. Üstünün açık olduğunu görünce yanına yaklaştım. Ama bu çocuğun üstü ıslak! Islak ıslak mı uyumuş? Ne zamandır bu halde acaba? Hemen ateşine baktım. Aman Allahım yanıyor bu kız. Karan hocaya seslenmekle zaman kaybetmeyip çantamı yere bırakıp hemen Alya'yı uyandırmaya çalıştım. Sayıklıyordu, mızmızlanıyordu, ama gözlerini açmıyordu. Kucağıma aldığım gibi odasında bulunan banyoya götürdüm. Bir yandan küveti doldurmaya çalışırken bir yandan da Alya'ya sesleniyordum.
Biz kendi derdimize düşüp küçücük kızı unutmuştuk. Tamam suçun büyüğü Karan hocadaydı ama tek suçlu o değildi. Hepimiz suçluyduk. Suçun büyüğü küçüğü olmazdı ama. Sonuç olarak Alya bizim yüzümüzden hasta olmuştu. Kendimi suçluyordum. Masum küçücük kızı nasıl da bırakabilmiştim. Bu kadar vicdansız değildim ben. Hasret ile Gökhanın kızı böyle olmamalıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Son Bahar
Genç Kız EdebiyatıKaderimizi isimlerimiz mi belirliyor? Annem masal gibi hayatım olsun diye adımı MASAL koymuş. Bana sorma ihtimalleri olsaydı böyle bir hayat ister miydim acaba? Bütün masallar mutlu sonla mi bitiyordu? Benim masalım nasıl bitecekti? Peki annem ben...