Onunla yaşadığım bütün anılar şerit hâlinde gözümün önünden geçti. İlginç olan şu ki beynim, istemsizce Brad'le yaşadıklarım ile Justin'le yaşadıklarımı karşılaştırmıştı. Aradaki fark açıklanamayacak kadar fazlaydı benim için. Artık ne Justin'i, ne de mazide sıkışıp kalmış Brad'i istiyordum.
Sevgiden gözüm kararmış, her seferinde Justin'i affetmiştim. Bu yanlıştı. Hayatımda onun gibi birini barındırmam çok yanlıştı.
Kararlıydım ve gidecektim. Yeni bir sayfa istiyordum. Justin ile yeni bir hayata adım attığımı sansam da hiçte öyle olmadığını fark etmek beni fazlasıyla bitirmişti.
Artık cidden buradan nefret ediyordum.
Kıyafetlerimi bavuluma dürmeden direk tıktım. Justin, arkamdan gelmemişti. Gelmesini de beklemiyordum zaten. Gözümü her kapatışımda önüme Savanna ile ikisinden başka bir şey gelmediğinden, ondan saniyeler geçtikçe daha fazla nefret ediyor gibiydim.
Arabada gelirken bilet almıştım. Uçağım bir saate kalkacaktı. İçimde gittiğim için ne üzüntü, ne pişmanlık, ne de başka bir duygu vardı.
Havaalanına yetişmek için yeterince vaktim vardı ama erken gitmek istiyordum. Görüşümü engelleyen göz yaşlarımı elimin tersiyle silip bavulumu ve küçük çantamı alarak odamdan çıktım.
Geri kalan eşyalarımı sonradan getirtecektim.
Aşağıya indiğimde burnumu çeke çeke ayakabılarımı ayağıma geçirmiş ve kendimi dışarıya atmıştım. Arabamı kullanmak yerine biraz yürüdüm ve taksi aramaya koyuldum.
Saçlarım geriye doğru savrulurken yüzümü döven rüzgar karşısında gözlerimi hafifçe kıstım. Hâlâ gözlerimden dinmeyen yaşlarla birlikte karşıdan gelen bir taksiyi elimde durdurdum ve biraz uzakta kalmış evime son kez baktım.
Anılarıma, sevinçlerime, üzüntülerime, Justin'in bana geldiği ilk güne ve Brad'le ilk kavgamıza, sonrasında değişen hayatıma tanıklık eden evime son bir kez daha baktım.
Her şeyi geride bıraktığım evime baktım. Eğer bir dili olsaydı kesinlikle dağınıklığımdan şikayetçi olurdu. Ve tabi Justin'le yaptığımız yaramazlıklardan.
Taksiye binip ağlamaya devam ettiğimde içimdeki sesler birbirine karışmışcasına kavga ediyorlardı. Bir yanım, her şey bitti, derken, diğer yanım ise, yeni bir hayat için geç değil, diyordu.
Havaalanına geldiğimizde parayı ödedim ve taksiden indim. Uçağımın kalkmasına az bir zaman kalmıştı. Ağır ağır yürürken cebimde tıkılı duran telefonumu elime alarak Harry'nin numarası aramaya başladım.
Birkaç çalıştan sonra telefon açıldı. "Fuego español?"
Dediği karşısında istemsizce tebessüm ettikten sonra dudaklarımı kıpırdatarak mırıldanmaya çalıştım. "Harry?" Dedikten sonra cevap gelmeyince devam etmemi istediğini anlamam uzun sürmemişti. "Ben İngiltere'ye gidiyorum."
***
"Neden giden sen oldun? Suçlu olan Justin. Asıl siktirip gitmesi gereken oydu," Jessica'nın kırgın sesi kulaklarıma dolduğunda bavulumu sürükleyerek etrafıma bakındım. Babamın ayarladığı özel şoförü gözlerimle aramaya çalışıyordum. Elimdeki telefonu sabitleyerek nefesimi verdim. Uçağımdan indiğim gibi Jessica'yı aramıştım. Bana kızmakla meşguldü.
"Onunla aynı şehri bırak, aynı atmosferde dahi bulunmak istemiyorum." Dedim ilerideki siyah arabanın bana yaklaştığını fark ederken alt dudağımı dişledim. İngiltere, ben gittiğimden beri değişmişti. Tabi bu, burayı unuttuğum anlamına gelmezdi.