"Polislere ne diyeceksin? 'İmdat evimde polis var!' mı?"
"Gerekirse derim, evet. Bu yaptığın resmen haneye taciz!"
"Of... Birlikte kahvaltı yaparız diye düşünmüştüm, bu yüzden geldim. Mutlu musun?"
'Birlikte' kelimesi beynimde yankılanırken, elimi başıma götürüp kafamı ovdum. Bu kadar yakın olmamalıydık. İkimiz içinde pek fazla iyi değildi. Onun yanındayken kendimi aşırı derecede suçlu hissediyordum. Tamam, ailem varken zor durumdaydım ve o zaman bana yeterince yardımcı olmuştu, teşekkür ederim. Ama şuan ben zor durumda değildim. Veya o. Ben onunla, o da benimle yakın olmak zorunda değildi.
"Hadi hazırla şu kahvaltıyı, acıktım. Emin ol, Harry'i arayıp burada beleş yemek olduğunu söylememi istemezsin."
Kendini kanepeye atıp kumandayla televizyonu açtığında, alnımın kırıştırığını ve kaşlarımın çatıldığını hissettim. Onun her yerde rahat davranması, benim rahatımı etkiliyordu.
Aptal şey.
Kovsam gitmeyecekti büyük ihtimal. Zorluk çıkaracaktı ve etrafta az buz olan komşuları da başımıza toplardı. Yapabilir de demiyorum, çünkü yapar.
Burnumdan soluyarak ayakkabılarımı çıkardım ve yavaş adımlarla mutfağa ilerledim. Buzdolabından kahvaltılıkları da çıkardıktan sonra yumurtaları yapmaya başladım. Sırf Harry'i aramasın diye yapmıyorum değil.
Aradan bir süre geçtiğinde her şeyi tamamlamıştım, sadece oturup yemesi kalmıştı. Justin'e seslenmek için başımı mutfağın kapısından çıkardığımda, kanepe kıvrılmış ve horlayan bir salakla karşılaşmayı hiç ummamıştım. Evet, Justin'di. Yanına gitmek ile gitmemek arasında kaldığım an bacaklarım kendi kendine hareket etti ve kendimi onun yanında buldum.
"Hey," Sessizce fısıldayarak yanına çömdüm ve dağınık saçlarının uçlarına parmaklarımı değdirmeye başladım. Parmaklarım, saçlarının uçlarından diplerine kadar uzandı ve onları karıştırma isteğiyle yavaşça hareket etmeye devam etti.
Tanrım, saçları yumuşacıktı. O kadar yumuşaktı ki ellerimin arasından kayıveriyordu. Sanki saçları, oynanmak için yaratılmış gibiydi.
Aslında mutfağa girmemden bu yana pek zaman geçmemişti, sadece 40 dakika kadar. Ne ara uyudu, bilmiyorum.
Uykucu.
Kendini uykuya o kadar çok kaptırmıştı ki, alt dudağı bile sarkmıştı. Parmaklarım, saçlarından uzaklaşıp alt dudağının üzerinde dolaşmaya başladığında Justin, gözlerini yavaşça araladı. Uyanmasıyla elimi direk çektim.
"Sonunda uyanabildin," Neremden çıktığını bilmediğim garip homurtu boğazımdan yükseldiğinde, Justin domuz gibi ses çıkararak gülmeye başladı. Ciddiyim, gülerken domuzlar gibi ses çıkarıp kıvranıyordu.
"Kes gülmeyi ve kıçını kaldır, yoksa boş tabakları yemekle kalacaksın,"
"Genelde başka şeyler yemeyi tercih ederim,"
Kalktım ve üzerimi düzelttim. San- Bir saniye, az önce Justin başka şeyler derken o şeyi mi kastetmişti? Tanrım, evet! O şeyi kastetmişti!
"Seni pis sapık!" Yastığı aldığım gibi fırlattım suratına. Önce ne olduğunu anlamadı. Kafasının altındaki yastığı çekip aldım ve başına vurmaya başladım. "Fantazi düşkünü pislik!"
Hiçbir şey olmamışcasına gülüyordu ve elimdeki yastığı almaya çalışıyordu. Zaferle beni alabora ettiğinde sırıtıp üzerimden kalktı ve kıçından düşmek üzere olan pantolonunu yukarıya çekerek mutfağa ilerledi. "Alış buna."