Elimde dakikalardır öylesine tuttuğum gülleri masanın üzerine bırakarak kartı parçalayıp bir kenara attım. Bu tanıdık el yazısı Brad'e aitti. Stresten kemirdiğim tırnaklarımı rahat bırakmak istiyordum ama bir türlü yapamıyordum. En sonunda dayanamayarak ellerimi saçlarıma geçirdim ve hızla ayağa kalktım. Bu iş gittikçe uzamaya başladı.
Ayakkabılarımı ayağıma geçirirken başım dönüyordu. Yutkundum ve hırkamı sırtıma geçirdim. Sadece Brad'in evini kontrol edip gelecektim. Bir şeyler beni oraya çekiyordu. Justin'e haber vermek için telefonumu çıkardım. Öncelikle ona haber vermek istiyordum. Ya da belki de onu çağırmalıydım.
"Hey," Diye fısıldadım sessizce.
"Hey," Dedi acelesi var gibi. Telefonun arkasından insanların konuşma sesleri geliyordu ve bu, hala işte olduğunun belirtisiydi.
"Justin, evime gelebilir misin?"
"Gelmek isterdim ama gerçekten çok yoğunum. Beni bugünlük affet,"
Sertçe yutkundum ve dudaklarım kendiliğinden büzüldü. O da haklıydı, onun bir işi vardı. "Ah, sorun değil. Yoğun olduğunu unutmuşum," Seslice nefes verdiğini duydum.
"Seni özledim," Sabırsız ses tonu sayesinde gülümsedim. Büyük ihtimal yorulmuştu. Ona sımsıkı sarılıp tüm yorgunluğunu almak istiyordum.
"Bende seni özledim," Telefonun ahizesinden öpücük sesleri geldiğinde kendimi tutamayıp kıkırdadım. Onun içten gülüşü kulaklarıma doldu ve bu, içimdeki bir şeylerin kıpırdamasına neden oldu.
"Peki. İyi geceler,"
"İyi geceler. Seni seviyorum, bebeğim." Telefonu kapatıp sehpanın üzerine bıraktım. Anahtarımıda aldıktan sonra dışarıya çıktım. Hava ılıktı ama yinede rüzgarlıydı.
Kısa bir sürede yürüyerek Brad'in evine geldim. Bahçenin kapısından girerken beni titreten rüzgar değil, omurgamdan geçen ürpertiydi. Korkmamalıydım. Eve bakıp gidecektim. Evin kapısı aralıktı. Justin'le polislerin buraya geldiği gün bu kapıyı kapatmışlardı ve aralık olması, buraya birinin girdiğinin göstergesiydi.
İçeriye girdiğimde her yer karanlıktı. Işık düğmesini bulmuştum ama lambalar yanmamıştı. Alt dudağımı ısırdım ve evin içerisine sokak lambasının ışığının gelmesi için kapıyı sonuna kadar açtım. Salona yavaş adımlarla girdiğimde aklıma burada yaşadığımız şeyler geldi. Her ne kadar artık onu sevmesemde eski güzel anılarım onunla birlikteydi ve bunları unutmam imkansızdı.
Bir anda bir gümbürtü koptuğunda olduğum yerde zıplayarak ellerimi ağzıma kapattım ve ortama hükmeden karanlık ile başbaşa kalmamı seyrettim. Karanlıkta hiçbir şey görünmüyordu. Sertçe yutkunarak seslendim. "Hey,"
Bir şeyin -tahminimce vazo gibi bir şey- yere düşmesi ile çığlığı bastım ve kaçabileceğim bir yer aradım. Tanrım! Cidden bu evde biri var! Arkamı dönerek koşar adım ilerlemeye başladım fakat koltuklara çarpıyordum. Arka bahçenin ışığını görünce oraya doğru koşmaya devam ettim. Güçlü iki kol tarafından yakalandığımda tekrar kokuyla çığlık attım. Çok fazla olmasada aydınlık olan yere geldiğimizde belimdeki elleri geri çekmek için hamleye geçmiştim fakat gördüklerim karşısında kanım donmuştu.
"Brad!" Brad'in dövmeleri görüş alanıma girdiği an korkuyla nefesimi verdim ve boğazıma oturan yumruları yok etmeye çalıştım fakat başarılı olduğum söylenemezdi. "Brad, bırak beni! Konuşacaksak konuşalım ve bitsin! Benden ne istiyorsun?" Kollarının arasından sıyrılma denemelerim yine olumsuz sonuçlanınca ağlamaya başlamıştım.
"Kes zırlamayı!" Brad olduğunu düşündüğüm kişi konuştuğunda sayısız şaşkınlığımı yaşadım. Bu ses, Brad'in sesi değildi. Kolların etkisi belimden gittiğinde hemen arkamı dönerek o tanımadığım kişiyi yokladım. Bahçenin lambası sayesinde nereye gittiğini görebilmiştim ve mutfağa gidiyordu.