Korku kelimesi sadece beş harften oluşur ama etkisi oldukça büyüktür. Herkesin korktuğu bir şeyler vardı. Masumluğu temsil eden beyaz güller bile beni korkutuyordu. Hemde hiç olmadık bir şekilde.
Justin, öfkeyle karışık şaşkın ifadesiyle güllere gözünü kırpmadan bakıyordu. Ağzımın kuruluğunu her ne kadar yutkunarak gidermeye çalışsam da pek başarılı olamamıştım. Oturduğum koltukta biraz kıprandığım da Justin bana dönmüş ve sırtını yasladığı koltuktan kaldırmıştı.
"Bu da ne demek oluyor?" diye sinirle soludu. Gözlerinin sinirden alev alev kavrulduğunu buradan görebiliyordum. Güllerin arasında bir kağıt gibi bir şey aramıştı ama bulamayınca daha da öfkelenmişti. Verecek bir cevap bulamıyordum çünkü bende neler döndüğünü bilmiyorum.
"Bilmiyorum ve... Bu beni korkutuyor," Sesimin titremesine engel olamamıştım. Başım ağrıyordu ve ağrılar aynı şekilde karnıma da yansımıştı. Justin, bir anda ayaklandı ve yüzümü ellerinin arasına aldı. Dudaklarımda hissettiğim birkaç saniyelik bir öpücükten sonra elimi iki elinin arasına aldı ve güven verircesine sıktı.
"Ben dışarıyı kontrol edip geleceğim," Yanımdan geçip gittiğinde ellerimi yumruk yaparak yanaklarıma bastırdım. Arkamdaki hareketlenmeye dönüp baktığımda Justin'in silahını çıkardığını gördüm. Stresten dudaklarımı kemiriyordum ve ağzıma kan tadı gelmeye başlamıştı. Gözlerim nedensizce yanıyordu.
Justin dışarıya çıktığında hareketsiz bir şekilde onu beklemeye başladım. Koltuğun üzerine bırakılan güllere baktığımda içimde garip bir burkulma oldu. Gül benim en sevdiğim çiçekti. Belkide bunu bilen biri bu nedenle bana güller yolluyordu. Ya da pek sanmıyorum. Hediye gibi görünmüyorlardı. Üzerlerinde ne isim, ne de adres vardı. Sanki bir oyun gibiydi.
Bana saatler gibi gelen birkaç dakika sonra Justin, aralık bıraktığı kapıdan girdiğinde dönüp ona baktım. Kapıyı sertçe kapattı ve başını iki yana salladı. "Dışarıda kimse yok," Yanıma ağır adımlarla geldi ve beni yavaşça kucağına aldı. Ne olduğunu anlayamamıştım ama kollarımı ona sımsıkı doladım.
"Nereye gidiyoruz, Justin?" Dudaklarını yanağıma bastırdı ve merdivenleri çıkmaya başladı. Vücudunun gerildiğini hissedebiliyordum. Onu rahatlatmak için ensesini okşadım ve burnumu boynuna sürttüm. Gözlerim yutkunduğunda beliren Adem elmasını seyretti.
Odama geldiğimizde beni yatağıma yatırdı ve ceketiyle gömleğini çıkararak diğer yanıma uzandı. Ona doğru döndüm. Sağlam omzunun üzerine yatmak için o tarafa geçmişti. "Bu gece seninle birlikte kalacağım."
"Tek başıma kalmaya alışkınım, biliyorsun,"
"Umurumda değil, burada kalacağım. Uyumaya çalış,"
"Bu saatte uyuyamam,"
"Yorgun görünüyorsun ve uyuyacaksın. Bieber itirazları sevmez ve kabul etmez, güzelim." Pikeyi üzerimize örttü ve kolunu bana sardı. Kıkırdayarak çıplak sırtına sımsıkı sarıldım ve göğsüne sokuldum. Kendi kokusuyla karışmış olan keskin parfüm kokusu burnuma dolmaya başlamıştı. Saçlarımdaki ellerin yumuşak hareketleri gözlerimin kapanmasına neden olmuştu. Bir şeyler mırıldanıyordu ama bir süre sonra duyma yetimi yavaş yavaş kaybetmeye devam ettim.
***
"Pekala Bayan..."
"Terry,"
"Bayan Terry. Yarından itibaren burada çalışmaya başlayabilirsiniz. Okulunuz olduğu için çıkışta buraya geleceksiniz. Gitmeniz için belirli bir saat yok. Ne zaman biterse, o zaman gidebileceksiniz. Hafta sonları gelmenize gerek yok."