Hastaneden yalnız başıma çıkmak doğru bir fikir miydi? Bilmiyorum.
Bir insanın nişanlısının iki gün içerisinde ortadan kaybolması normal miydi? Bunu da bilmiyorum.
Peki bebeklerimi bir ay sonra tam anlamıyla kucağıma alabileceğim streslenmem gereken bir durum muydu? Daha önce anne olmadığım için sanırım bunu da bilmiyorum.
Yatağımın üzerinde duran son tişörtümü de katlayarak küçük valizime koydum. Son bir kez odaya bir göz gezdirdiğimde artık bir eşyamı unutmadığımı anlamıştım, tek yapmam gereken çantamı almak ve bu hastaneden gitmek idi.
Çantamı elime aldım ve odadan hızlıca çıktım. Şuan yanımda kimsem yoktu; ne Justin, ne annem, ne de babam burada değildi. Zaten babamın burada olmasını beklemek biraz mantık dışıydı. Fakat işin güzel yanı ise annemin buraya gelememesine rağmen beni eve götürmesi için kendi şoförünü göndermesi, benim için bir mucizeydi. Konu çarkını Justin'e çevirecek olursak, kendisini iki gündür göremiyor, ondan ne bir iz ne de bir haber alabiliyordum. Ama büyük ihtimal işiyle ilgileniyor olmalıydı. Tabi bu, onun kıçını uçurmayacağım anlamına gelmiyor.
Dışarıda beni bekleyen arabanın yanına geldiğimde, önünde bekleyen şoför benim için kapıyı açmıştı. Ona yavaşça gülümseyerek içeriye girdim ve acıyan bacak aralarım yüzünden koltuğa oturmayı zar zor başardım. Benim ardımdan şoför de bindi. Şoför, aynaları kontrol ettikten sonra arabayı çalıştırıp gaza yüklendi. Koltuğuma doğru düzgün yayılmaya çalışıyordum fakat her seferinde acı hissediyordum ve bu acı kıçıma kadar iniyordu. Tanrım, doğumda kıçım mı yırtılmıştı?
"Tebrikler, Bayan Terry," Dedi şoför bana aynadan gülümseyerek. O an aynadan tam anlamıyla onun suratını görebilmiş, ve daha önce de bu adamın beni yine aldığını fark etmiştim. Tabi ya, İngiltere'ye geldiğimde beni otele kadar bu adam bırakmıştı.
"Teşekkürler... Anthony. Adın buydu, değil mi?" Diye sordum emin olmak için. Başını sallayarak onayladı ve gözlerini yola çevirdi. Bende tekrardan bir şey demeyerek başımı sağa doğru çevirdim ve yanağımı koltuğa yaslayacak bir biçimde yatarak dışarıyı seyretmeye başladım. Birazdan özlediğim evime gidecektim. Ayrıca Brad dangalağının önünde neredeyse doğum yapacağım evime. Aptal gibi bir daha hayatımda karşıma çıkmayacağına inanmıştım. Hadi ama, hangi suçlu çıktığında intikam almak istemez? Artı olarak babamın yardımıyla çıkmış olduğu gerçeği, babamla aramızdaki ilişkiyi farklı bir boyuta çıkartmıştı.
Uzunca bir süre sonra önümden hızlıca geçen ev ve arabaları seyrettiğim camdan gözlerimi ayırmama, Anthony'nin telefon müziği sebep olmuştu. Telefonu ceketinin iç cebinden çıkardı ve ekranda yazan ismi gördüğü gibi hızlıca yeşil simgeyi kaydırıp kulağına götürdü. Anthony, telefonda konuşurken bakışlarımı ondan tekrar cama çevirdim. Gözlerim neredeyse kapanmak üzereydi. Hastane beni oldukça yormuştu. Acilen eve gidip uyumak istiyordum. Fakat öylece yola dalmışken bizim evin sokağına girmeden olduğumuz yolda devam ettiğimizi fark ettiğimde başımı kaldırdım ve Anthony'e döndüm.
"Neden eve gitmiyoruz?" Diye sordum merakla. Anthony'nin gözleri aynadan benimkilerle buluştu.
"Bir mağazadan Bayan Terry'nin elbisesini almamız gerek."
Başımı olumlu anlamda salladım oflayarak eski pozisyonuma döndüm. Neden annemin elbisesini şimdi almamız gerekiyordu?
Koca çenemi tutamayıp, "Başka bir zaman alamaz mıyız? Mesela beni eve bıraksan sonra elbiseyi alsan?" diye sormuş, Anthony'nin endişeli bakışlarını elde etmiştim. Neden bu kadar gerilmişti ki? Alt tarafı beni eve bırakıp bırakamayacağını sormuştum.